“Bak ve beni gör, cılız adam. Senin şömine
önünde bir kitapla birkaç saat geçirdiğin gibi yüzyıllar geçiren Barlow’a bak.
Bak ve elindeki sefil sopayla öldürmeye çalıştığın, gecelerin bu muhteşem
yaratığını gör. Bana bak, yazar bozuntusu! Ben insan hayatlarını yazdım ve
mürekkep olarak kan kullandım. Bana bak ve ümidini kes!”
Jerusalem’s
Lot küçük bir New England kasabasıdır ve burada da, benzeri yerlerde olduğu
gibi dedikodular, tuhaf tipler ve saygı değer insanlar vardır. Tabii garip
olaylar hakkında söylentiler de yok değildir; ama her kasabada olduğu kadar... Yazar
Ben Mears, çocukluk yıllarını konu alan ve o günlerden beri ona musallat olmuş
korkularıyla yüzleşmek amacıyla bir roman yazmak için Lot’a döner. Çocukken
tanık olduğu korkunç olayın gerçekleştiği ev Marsten Köşkü işte karşısındadır;
fakat yeni ve gizemli kiracıları vardır. Kasabada bazı kuşkulu şeyler yaşanmaya
başlayınca, Mears’ın belleğindeki karanlık anılar da canlanmaya başlar: Önce
bir köpek hunharca öldürülmüş olarak bulunur, ardından bir çocuk kaybolur.
Bunlar başlangıçta çok da sıra dışı olaylar olarak görülmez, fakat liste
uzamaya başlar. Çok geçmeden kasabayı saran şaşkınlık hayrete, belirsizlikler
dehşete dönüşecektir.