30 Aralık 2017 Cumartesi

BAKİ_İskender Pala


Klasik Türk şiirinin en büyük şairlerinden biri olan Bâki (Mahmud AbdülBâki)1526 yılında İstanbul’da doğmuştur. Varlıklı bir aileden gelmemesine rağmen zekâsı ve yetenekleriyle iyi bir medrese eğitimi almıştır. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı “Sünbül” kasidesi öyle parlamıştır ki hocasına artık Sünbül Efendi denilmeye başlanmıştır. Kanuni’ye sunduğu bir kaside sonrası onun iltifatına mazhar olur. Tarih kitaplarında, Kanuni’nin kendisi için “Padişahlığımın birkaç yerinden pek haz duymuşumdur. Bunlardan biri de Bâki gibi tab’ı temiz bir insanı bulup, çıkarıp itibar eylediğimdir.” dediği yazar. “melikü’ş-şuara”, “sultan-ı şairan”, “sultanu’ş-şuara” gibi sıfatlarla devrin en büyük şairi olarak meclislerin aranan kişisi haline gelir. Neşeli, hoşsohbet, nükteci olmasının yanı sıra; açık tabiatı, doğru bildiğini söylemekten çekinmemesi, gevezeliği ve hicve kaçan tutumu yüzünden zamanın birçok idarecisini darıltmıştır. 7 Kasım 1600 tarihinde vefat etmiştir.
Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün
Neyledüm ol yâr-ı âlîşâna söylen söylesün

Nâz-ıla güftâra gelmezse helâk eyler beni
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâna söylen söylesün

Derd-i aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen
Anı yine âşık-ı nâlâna söylen söylesün

Hârı zahmından neler çektüğümi gülzârda
Bâğbân- bülbül-i giryâna söylen söylesün

Baki’yâ dil durmasın güftâra takat kalmadı
Vaktidür ol husrev-i devrâna söylen söylesün

27 Aralık 2017 Çarşamba

KIZIL NEHİRLER_Jean Christophe Grange

✮✮✮
Cinayet dedektifi Pierre Niemans, güvenlik sorumlusu olduğu bir maç sonrası çıkan arbedede bir holiganı öldüresiye döver. Amiri tarafından, bu olaydan uzaklaşması için, küçük bir üniversite kenti olan Guernon’da işlenen cinayeti araştırmakla görevlendirilir. Üniversitenin kütüphane görevlisi Caillos, nehrin kenarındaki kayalıkların arasına sıkıştırılmış, çıplak, cenin pozisyonunda ve ağır işkenceler sonucu öldürülmüş olarak bulunmuştur. Niemans kente gelir gelmez dağlık alanda buzun içinde hastabakıcı olan Sertys’in cesedi aynı pozisyonda bulunur. Aynı anlarda Sarzac kasabasında, polis Karim Abdouf’a, bir okuldan ve mezarlıktan hırsızlık ihbarı gelir. Girilen mezar, Jude İtero adında 1982 yılında ölmüş on yaşında bir çocuğa aittir. Çalınan tek şey mezardaki fotoğrafıdır. Karim fotoğrafta özel bir şey olduğunu düşünerek okula döner. Okul kayıtlarında Jude İtero’yu bulmak ister. Fakat onun okulda olduğu yıllara ait tüm kayıtlar ve resimler kaybolmuştur. Bu iki hırsızlık olayı arasında bağlantı kurar ve mezarlık saldırısında eski model bir Lada kullanıldığını öğrenir. Ladanın sahibi ise Guernon’da öldürülen hastabakıcı Sertys’tir. Guernon’a gelir ve soruşturmayı Niemans’la birlikte sürdürmeye başlarlar. Devamında göz doktoru Chernece öldürülür.Birçok yere giden ve araştırma yapan Karim en sonunda Jude İtero'nun sanıldığı gibi erkek olmadığını aslında küçük bir kız çocuğu olduğunu ve annesinin hep kızının yüzünü saklamak istediğini ve en sonunda da bu şehirden kaçtıklarını öğrenir. Niemans ve Karim araştırmaları sonucu gerçeği ortaya çıkarırlar. Caillos, Sertys, Chernece ve onların babaları Guernon'da gizli bir iş yapıyorlardır. Üstün bir ırk yaratmak adına yıllar boyunca dağcılıkla uğraşan, yapılı ve sağlıklı köylü insanların bebekleriyle kentte doğan bebekleri hastanede değiştirmişlerdir. Seçilmiş çocuklar üniversiteye geldiklerinde ise kütüphanede hep istenen kişilerle karşı karşıya oturması sağlanarak evlenmelerinin yolu açılmıştır. Bu öldürülen üç kişi babadan oğula, kentin “Kızıl Nehirler”inin hakimidir. Genetik olarak Guernon sakinlerinin kanlarını onlar yönetmiştir. Aynı olay Jude(Judith) İtero'nun da başına gelmiştir ve ikizi başka bir bebekle değiştirilmiştir. İkizi olan Fanny Fierra'yı bulmuş, yaşadığını gizleyerek, onunla ortak bir hayatı paylaşmaya başlamıştır. Şimdi ise bu iki kardeş, onları ayıran, babalarının ölümüne sebep olan bu insanlardan intikam almaya başlamışlardır. Niemans ve Karim olayı çözdüklerinde ikiz kardeşlerin peşine düşerler ve geriye sadece Karim dönebilir.
"Biz efendileriz, biz köleleriz. Biz her yerdeyiz, hem de hiç bir yerde. Biz karar verenleriz. Kızıl Nehirlerin hâkimiyiz." 

23 Aralık 2017 Cumartesi

SİMYACI_Paulo Coelho

✮✮✮✮
Endülüs’te yaşayan Santiago, papaz okuluna gitmekte ve kalan zamanlarında koyun sürülerini otlatmaktadır. Yaşadığı yerden sıkılan on altı yaşındaki Santiago, gizem dolu maceralara atılmak, dünyayı dolaşmak için yola çıkar. Babasının vermiş olduğu parayla bir koyun sürüsü alır ve ondan sonraki günlerini, koyunları onu nereye götürürse orada geçirir. Bir gece eski, yıkık bir kilise bahçesindeki firavun inciri ağacı altında uyurken rüyasında Mısır Piramitlerinde  hazine bulduğunu görür. Rüyasını pek önemsemeyen Santiago sonraki günlerin birinde yaşlı bir adamla karşılaşır. Konuşma ilerledikçe piramitler hakkında gördüğü rüyasını yaşlı adama anlatır. Adamın sözleri üzerine  Mısır’a gitmeye karar vererek koyun sürüsünü satar ve yola çıkar. Afrika’da bir liman şehrine gelir. Çölü geçmek için deve alması gerekmektedir fakat kandırılır ve beş parasız kalır. Uzun bir süre çalışıp para kazandıktan sonra bir kervancıyla anlaşarak yola çıkar. Bu kez de kabileler arası savaştan dolayı ilerleyemezler. Yol üzerinde bir kabileye misafir olurlar. Bir simyacıyı arayan İngiliz bir yolcuyla tanışır. Ondan simyacının kurşunu altına dönüştürdüğünü öğrenir. Kabile üyelerinden Fatima’yı görür ve aşık olur. Onunla evlenmek ister. Hayallerinden bahsettiğinde Fatima ona “Yüreğinin götürdüğü yere gitmesini “ tembih eder. “Ve buraya geliş amacını gerçekleştirmeden benimle evlenirsen hiç bir zaman mutlu olamayız “der. Kaldıkları yere baskın düzenlendiğinde Santiago oradan ayrılır ve çölde ilerler. Bir vahada simyacıyı bulur. Burada Simyacı’nın kurşunu altına çevirdiğine şahit olur. Simyacı’dan aldığı bir parça altınla yoluna yalnız devam eder. Piramitlere vardığında rüyasında gördüğü yeri gece boyunca kazar. Hiçbir şey bulamaz. Oraya gelen savaşçılar üzerindeki altını alırlar ve onu döverler. Santiago, savaşçılara rüyasında piramitlerin yakınlarında gömülü bir hazine gördüğünü ve onun için İspanya’dan buralara kadar geldiğini fakat bulamadığını söyler. Bunun üzerine onlardan biri “ Ben de rüyamda İspanya’ya gitmem gerektiğini, koyunlarıyla yıkık bir köy kilisesinde uyuyan bir çobanı bulup aramam gerektiğini gördüm. Eğer oraya gidip o çobanı bulursam ve  firavun incirinin dibini kazarsam gizli bir hazine bulacakmışım. Ama aynı düşü 2 kez gördüğüm için çölü geçip İspanya’ya gidecek kadar aptal değilim.” der. Santiago serbest kaldığında hazinesinin artık nerede olduğunu biliyordur. Yüreğinin götürdüğü yere kadar gelmiş ve kişisel menkıbesinin neticesine ulaşmıştır. Geri dönen Santiago firavun incirinin dibini kazar ve içi mücevher dolu bir sandık bularak rüyasında gördüğü ve Mısır’a piramitlere kadar gidip bulmayı arzuladığı hazineye kavuşur. Fatima’ya dönecektir.

20 Aralık 2017 Çarşamba

HASAT ZAMANI_John Lescroart

✮✮✮
San Francisco Bölge Savcısı seçilen Wes Farrell, seçim kampanyasında kendisine oldukça yüklü bağışlar yapan ve sahibi oldukları gazetelerinde destekleyici yazılar yayınlanmasını sağlayan Curtlee ailesinin baskısına karşı gelemez. Tek oğulları olan Ro (Roland), tecavüz ve cinayet suçuyla dokuz yıldır hapistedir. Seçime yaptıkları yatırımın karşılığını almak isteyen Curtlee ailesi ondan Ro’nun yeniden yargılanmasını isterler. Yeniden yargılamaya kadar Ro, yüksek bedelli kefalet ile serbest bırakılır. Onun aleyhine tanıklık eden kadınlardan biri ve onu suçlu bulan jürinin başkanının eşi kundaklama sonucu ölürler. Ro’yu takip eden polis dedektiflerinden biri arabasında başından vurulmuş halde bulunur. Daha önce Ro’yu yakalayan ve hapse atan cinayet masası şefi Abe Glitsky cinayetleri onun işlediğinden emindir fakat kanıtlayamaz. Ro kendisine karşı tanıklık eden diğer kadını bulur ve tehditle tanıklıktan vazgeçirir. Vali ve basın, polislerin Ro’nun durumunu bir kan davası haline getirdiğini, haklarına tecavüz ettiğini söyleyip Farrell ve Glitsky üzerindeki baskılarını artırmaya devam ederler. Ro’nun serbest kalmasındaki etkisinden dolayı çok pişman olan Farrell için tek çare onu büyük jürinin karşısına çıkarmaktır. Fakat beklenmedik bir olay olur. Ro salıverildikten sonra evlerinde çalışan hizmetçilerinden birine daha tecavüz etmiştir. Ve sonunun diğer kadınlar gibi olmasını istemeyen Linda, Ro’yu ve ailesini öldürür.
“Kadın bunun nefsi müdafa olduğunu söyledi. Onun geldiği yerde güçlü bir ailenin bir üyesini öldürürsen, senin bütün aileni öldürürler. Ro’yu öldürecekse, tümünü öldürmesi gerektiğini biliyordu.”

18 Aralık 2017 Pazartesi

16.50 TRENİ_Agatha Christie

✮✮✮
Agatha Christie’nin ünlü karakteri Jane Marple romanı. Marple'ın arkadaşı Elspeth noel alışverişi sonrası 16.50 treni ile evine dönerken trenin yavaşladığı sırada penceresinin önünden başka bir tren geçer. Bu kısa anda karşısındaki trende bir cinayete şahit olur. Gördükleri karşısında afallasa da, serinkanlılığını kaybetmez ve trenden iner inmez ilk işi kondüktörü durumdan haberdar etmek olur. İhbarı dikkate alınsa da yapılan araştırmalar sonucunda, bir maktul bulunamaz. Cinayet işlendiğine dair bir iz de yoktur. Yaşlılığından dolayı olayları rüyasında görmüş olabileceğini düşünürler. Arkadaşı Jane Marple dışında ona kimse inanmaz. Jane de yaşlı olduğundan bir tanıdığı olan hizmetçi Lucy'den yardım ister. Lucy cesedin trenden atılmış olabileceği arazide olan Rutherford malikanesinde çalışmaya başlar. Ceset gerçekten de bu arazide bulunur. Cesedin o binada yaşayan Crackenthorpe ailesi ile bir ilişkisi olduğundan şüphelenilir. Ayrıca malikanede cinayetler işlenir. Evin reisi ölmez iken oğulları ölmeye başlar. Scotland Yard'dan Dermot Craddock, Lucy ve Jane Marple bu olayı çözmeye çalışırlar.

15 Aralık 2017 Cuma

ÖLÜMDEN DAHA DERİN_Tami Hoag

✮✮✮
1985, California. Üç çocuk okullarının arkasındaki parkta koşarken, toprağa kısmen gömülmüş bir kadın cesedi bulurlar. Cesedin gözleri ve ağzı tamamen yapıştırılmıştır. Öğrencilerine son derece yakın olan öğretmenleri Anne Navarre yaşadıklarının çocukların masumiyetini yok edişini büyük bir endişeyle izlemektedir. Ama bunun, seri katil cinayetlerini işlerken ailelerin, dostların sırlarının birer birer ortaya dökülmesiyle tüm toplumun masumiyetini bir şekilde sarsacağını henüz fark etmemiştir. Washington'dan soruşturmanın yürütülmesine yardımcı olmak amacıyla ünlü FBI ajanı Vince Leone gizlice çağrılır. Vince bir yandan yeni teknikler, katil profili oluşturma yöntemleri, cinayetlerle ilgili kuramlar geliştirirken diğer yandan da cesedi bulan üç çocuğun yaşamının derinliklerine doğru çekildiğini hisseder. Olaylarla yakından ilgilenen genç öğretmeneyse kişisel olarak ilgi duymaya başlamıştır. Yeni kurbanlar bulunurken medya soruşturmanın gidişatını artık anbean takip etmektedir. Bu sırada Anne'yle Vince acaba en büyük acıyı bu kurbanlar mı yoksa acımasız bir psikopatla iç içe yaşadıklarından habersiz olduklarından, katilin ailesi ve dostları mı çekiyor diye düşünmektedirler. 

12 Aralık 2017 Salı

ORTAÇAĞ'I ÖZLEDİM_Fikret Oğuztürk

✮✮✮✮
Zaman zaman ülkemizde belirli bir kesim tarafından beyan edilen bir argümandır. “Ortaçağ  karanlığına dönmek istemiyoruz.” Nedir bu Ortaçağ? Kime göre karanlıktır? Ortaçağ'da neler olmuştur? Her toprak parçasında, her insan topluluğunda aynı şeylerin yaşandığı bir dönem midir?
Onların Ortaçağ’ı başlığı altında 1.ciltte zenginliğini farklı milletlerin kanı, teri ve gözyaşından elde eden Batı’nın tarihine göz atıp; Kazıklı Voyvoda, Kabbalist hahamlar, Sebatayist geleneği ‘mum söndürme’, İznik konsili, Haçlı seferleri, köle ticareti, Cengiz Han, Kolomb ve Amerika’da yok edilen medeniyetler, insan avları, Engizisyon, Komünizm ve Stalin, atom bombaları, Afrika ülkelerindeki iç savaşlar, sömürülen ülkeler ve katledilen insanlar yer alırken 2.ciltte ise dünya savaşları, Vietnam, Ermeniler, Sırplar, Bulgar çetelerinin ve Kıbrıslı Rumların mezalimleri, Fransız Devrimi, Avrupa iç  savaşları, Yemen, Mısır, Suriye de katledilen, işkence gören Müslümanlar anlatılmıştır. 3.ciltte Bizim Ortaçağ’ımız başlığı altında günümüzde batıya mâl edilen birçok buluşun ilk kaynaklarının Razi, İbni Sina, İbnünnefis, Kindi, Heysem, Cabir Bin Hayyan, Biruni, Ömer Hayyam, Piri Reis gibi Müslüman bilim adamları olduğunu öğreniriz.
Kitaptan temizlik üzerine bir bahisle, onların ve bizim ortaçağımıza göz atalım.
Dr. Cabanes'den yapılan bir tercümede, şöyle anlatılıyor:
'Ortaçağ sonlarına doğru yalnız evlerde değil, asiller ve zenginlerin saraylarında da hela (tuvalet) yoktu!.. İhtiyaçlarını gidermek isteyenler, altında bir çeşit oturak bulunan iskemlelerine oturarak rahatlarlar; bu iskemleyi de odalarının bir bölmesine gizlerlerdi. 'Bahsi geçen 'oturak'ların pis kokusunun yayılmaması için 'kapaklı birer kutu' içine konulduğu ve yatağın başucunda (kadın ve erkeğe ait) iki adet sağlı sollu konulduğu, zamanla bu kutuların 'yatak odası' takımlarındaki komidin olarak; günümüzde, bizim de evlerimizi şereflendirdiğini acaba biliyor muyduk? 
'Bununla beraber sıkışanların, ihtiyaçlarını koridorlarda, şurada burada, bir duvar kenarında görmeleri adet halini almıştı. Düşününüz ki; yalnız Fransa'nın değil, bütün dünyanın en büyük sarayı Versailles (Versay) Sarayı'nın inşa edildiği tarihte hela yoktu. Herkes, istediği yerde ihtiyacını giderdiği için, Paris'te sokaklar, avlular ve hatta parklar, pislik ve kokudan geçilmez haldeydi.’ 
Dr. A.Srayer ise 'İstanbul'da Dokuz Yıl' isimli hatıratında; Müslüman Türk'ün temizliğini şu satırlarla dile getirmiştir: 'Bugün bir Avrupalı, fakir bir Türk köylüsü kadar temizliğe dikkat etmez. Eski Paris'in ne kadar pis bir şehir olduğu herkesçe bilinir. O zamandan beri temizlik yolunda hayli mesafe aldığımızla övünür dururuz amma, Türklerin temizliğine ulaşabilmemiz için daha en az yarım asra ihtiyacımız var.'
17. asır sonlarında yurdumuza gelen Grolet adlı bir yazar; 'Türkler, yıkanmada mübalağaya kaçarlar; bu kadar sık yıkanmasalar, muhakkak ki, daha az hasta olurlar!.. Hemen her gün yıkandıkları için de beyinleri sulanmaktadır!..' diyerek pislikten kendi beyninin sulandığını ortaya koyarken; bir İspanyol seyyah da, 'Türkler, biz Hıristiyanların pis olduğunu ileri sürüyor. Halbuki yıkanmak zararlıdır. İspanya'da hayatı boyunca iki defa yıkanmış erkek veya kadın yoktur. Yıkanmanın zararı pek çok kişide görülmüştür. Hele biz Hıristiyanlar, alışık olmadığımız için bize daha zararlıdır' sözü ile İspanya'daki pisliği bizzat itiraf etmiştir!..

8 Aralık 2017 Cuma

MUZAFFER İZGÜ Öyküler

✮✮✮✮✮
Azrail Nasıl Rüşvet Yedi?
Demokrasimiz Kaç Para Eder?
Üç Halka Yirmi Beş
Orta Direği Yıkan Ayı
Nasıl Baba Oldum?
29 Ekim 1933 tarihinde Adana'da dünyaya gelen Muzaffer İzgü, yoksul bir çocukluk geçirmiştir. Okul hayatı esnasında bulaşıkçılık, garsonluk ve gazoz satıcılığı gibi birçok işte çalışır. Diyarbakır Öğretmen Okulu'nda eğitimini tamamlar ve öğretmenlik yapmaya başlar. 1978 yılında emekli olduktan sonra çeşitli gazetelerde yazıları yayınlanmaya başlanır. Küçük öykü ve röportajlar derler. Zamanla, tiyatro oyunu yazmaya yönelir. Özel tiyatrolarda oynanan, radyolarda yayınlanan oyun ve skeçleriyle ün yapar. Yazım tarzlarının çok yakın olması nedeniyle Aziz Nesin tarafından taklitçilikle suçlanmış hatta Aziz Nesin’in ona "Birader, ben iki kişilik değil, tek kişilik yazıyorum." dediği iddia edilmiştir. Yazar 26 Ağustos 2017 tarihinde hayatını kaybetti.
“Bütün gülünç olaylarla, kişiler Muzaffer İzgü’ye mi rastlar? Hayır, bizler de nice gülünçlüklere tanık oluyoruz. Ama o gülüp geçmez bunlara. Toplumsal olayları kendine özgü bir dille ve eleştirel yaklaşımla sergiler. Belki bu değerlendirmenin sonucuna da gülecektir çokları, gülmek de bir tepkidir kimi zaman derler ya…Akıllı, iyi yürekli, güzel insanları, safları, bönleri; kimi zaman da kötülüğe çanak tutan açıkgözlüleri, üçkağıtçıları sergiler. Onların çevresinde gelişen şaşırtıcı olayları öyle bir dile getirir ki çoğu kez tepkiniz bir kahkaha patlatmak olur.”

5 Aralık 2017 Salı

A'MAK-I HAYAL_Filibeli Ahmed Hilmi

✮✮
Ahmet Raci, dindar bir annenin terbiyesinde yetişmiş, çevresi tarafından sevilen, tahsilli bir gençtir. Belirli bir sorunu olmasa da sürekli kalbinde bir ağırlık vardır. Küfür ile imanı, inkar ile ikrarı, tasdik ile şüpheyi aynı anda yaşadığı inancındadır. Bu ikilikten ve şüphelerden kurtulmak için, bazı alimlerle görüşür, ispritizma ve manyetizma cemiyetlerine girip çıkar, ancak derdine çare bulamaz. Günün birinde, her zaman önünden geçtiği mezarlığın kapısını açık görüp içeri girer. Mezarlıkta bir kulübede yaşayan, ney üfleyip gazeller söyleyen, kıyafetlerinin üstü ayna ve parlak metal parçalarıyla dolu Aynalı Baba ile karşılaşır. Ruhundaki sıkıntıları onunla paylaşır. Onu her ziyaretinde ikram edilen kahvenin ve üflenen neyin etkisiyle Raci, hayal âlemine geçer. Raci birinci gün Nirvana’ya ulaşmak için kendisini Buda’nın sarayında bulur fakat arzularını yok edemediği için bu zirveye ulaşamaz ve geri döndürülür. İkinci gün, Ey ateş! Zulmetleri aydınlat, diyen Zerdüşt’ün diyarına ulaşır. Zerdüşt’ün sarayında Ehrimen’le Hürmüz’ün mücadelesini seyrederek yeryüzünden kötülüğün kaldırılamayacağını anlar. Üçüncü gün “Devr-i Daim” şehrine giderek her şeyin başladığı yere döneceğini öğrenir. Dördüncü gün “Meydan-ı İmtihan, Mecma-ı Arifan”. Arifler arasında yapılan bir imtihan vesilesiyle insanların hakikatı görmelerinin ne kadar zor olduğunu anlar. Beşinci Gün “Saha-i Azamet”. Anka kuşu ile binlerce alem arasında bir yıl süren bir seyahatten sonra, bu sonsuz alemlerin Allah’ın yüceliği karşısında bir hiç olduğunu anlar. Altıncı gün “Kaf-u Anka”. Kainatta olup bitenleri anlamak maksadıyla sorulan “Bu kervan nereye gidiyor?” sorusunun cevabının “bütün mevcudatın eşsiz, sırra, aşk nuruna doğru, bu seyran ve bu devranın ezeli ve ebedi olduğunu” anlar. Yedinci gün “Umman-ı Azamet ve Girdab-ı Kibriya”. İlahi ilim karşısında insanın sahip olduğu ilmin bir nokta ka dar olduğunu, hakiki ilmin ise Hakk’ı birlemekten ibaret olduğunu anlar. Sekizinci gün “Muamma-yı Ebedi”. Ruhun hakikatinin yoklukla varlığın tek şey olduğunun anlamadan bilinmeyeceğini, bunu ise ilimde derece sahibi olanlardan başkasının idrak edemeyeceği gerçeğini anlar. Dokuzuncu gün “Mahfel-i Azam”. Büyük peygamberlerle alimlerin toplandığı bir mecliste hakiki saadetin ne olduğunu soran insanlığa, meclistekilerin hepsi kendi düşüncesine göre cevap verirse de hakiki saadetin ancak Peygamberimizin eliyle kainata dağıtıldığı hakikatini anlar. Sonunda Raci yokluk ile varlığın aynı şeyler olduğunu öğrenir. Dokuzuncu gün sonunda hayalinden uyandığında yanında Aynalı Baba yerine onun veda mektubunu gördüğünde Raci gözyaşlarına boğulur. Anadolu’nun dört bir yanında Aynalı Baba’yı ararken aklını iyiden iyiye yitirir ve Manisa tımarhanesine alınır. Aynalı Baba da buradadır. Bir zaman sonra Aynalı Baba ölür. Kur’an-ı Kerim ve kahve takımından ibaret olan servetini Raci’ye bırakır. Aynalı Baba ile yaşadıklarından sonra Raci’nin ruhu dinginleşmiş ve kalbi tatmin olmuştur. 

3 Aralık 2017 Pazar

İNÖNÜ DÖNEMİ_Abdurrahman Dilipak

✮✮✮✮✮
İstiklal Mahkemelerinden Lozan’a, Takrir-i Sükun’dan Varlık vergisine, Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşuna, Laiklik ve din eğitimine, köy enstitülerine, Atatürk-İnönü ilişkilerine kadar dönemin olaylarını farklı bir bakış açısıyla görmek isterseniz…
“Bu kitap, Cumhuriyet döneminin iki numaralı adamı İsmet İnönü´nün 1919-1950 yılları arasındaki serüvenini ya da nâm-ı diğer 2. Adam veya, "Milli Şef" dönemine ilişkin gerçekleri anlatmaktadır. 
‘Geldi İsmet, Gitti Kısmet’ şeklinde şöhret bulan bir dönemin hikayesidir bu. İstiklal mahkemeleri, ekmek karnesi ve köy enstitülerinin damgasını vurduğu bir zaman kesiti!
Atatürk devrimci idi; İnönü evrimci. Biri kafa, ötekisi el, kol, ayak...İnönü ikincisidir. İkisinden birini bilmeden Cumhuriyet tarihini tam olarak anlamak mümkün değildir.
Başlangıçta İstiklal Savaşı’ndan umudunu kesen bir Osmanlı paşasıdır İnönü…Sonra birden kahraman olur; İnönü Savaşlarının kahramanıdır ama gerçekten de İnönü’nün bu savaşta adından söz etmek pek de mümkün değildir. İnönü bu savaşlara adını vermemiş, bu savaştan kendisi nam almıştır.
İnönü Komünist partinin kurucusudur; Başbakandır; Atatürk’ün sırdaşı ve en yakın yoldaşıdır. Sonra bir gün yolları ayrılır. İsmet’i defterden silmiştir. Ama Atatürk ölünce bu mirası sürdürecek tek bir isim vardır: İsmet İnönü. Ve O ömürboyu Cumhurbaşkanı, Parti başkanı ve Milli Şef’tir artık. Açık oy, gizli sayımla temeli atılan, Parti il başkanlarının vali oldukları, takrir-i sükunla suskunluğu yasalaştıran yeni Türkiye Cumhuriyetinin mimarı olarak bir döneme imzasını atacaktır.
Belki bu kitap bu dönemin tüm gerçeklerini ifade etmede çok yetersiz kalacaktır. Ancak devrin özelliklerini taşıyan bazı müesseseler ve olaylar ışığında bazı ipuçları vermeye çalışılmıştır. Bu sadece küçük bir başlangıçtır. Tarih ise insanlığın ortak mirasıdır.
Bu dönemin gerçek tarihinin, resmi belgeler, gizlilik duvarı arkasına saklanan İstiklal Mahkemelerinin duruşma zabıtları ve arşivler açılmadan, temel hak ve özgürlükler teminat altına alınmadan, sansürcü zihniyet ortadan kalkmadan yazılabileceğini sanmıyorum. Bu kitap, bu yönde bir talebin doğmasına yol açacak bir katkı olacaksa, hedefine ulaşmış olacaktır.”