✮✮✮✮
Zaman zaman
ülkemizde belirli bir kesim tarafından beyan edilen bir argümandır. “Ortaçağ
karanlığına dönmek istemiyoruz.” Nedir bu Ortaçağ? Kime göre karanlıktır?
Ortaçağ'da neler olmuştur? Her toprak parçasında, her insan topluluğunda aynı
şeylerin yaşandığı bir dönem midir?
Onların
Ortaçağ’ı başlığı altında 1.ciltte zenginliğini farklı milletlerin kanı, teri
ve gözyaşından elde eden Batı’nın tarihine göz atıp; Kazıklı Voyvoda, Kabbalist
hahamlar, Sebatayist geleneği ‘mum söndürme’, İznik konsili, Haçlı seferleri,
köle ticareti, Cengiz Han, Kolomb ve Amerika’da yok edilen medeniyetler, insan
avları, Engizisyon, Komünizm ve Stalin, atom bombaları, Afrika ülkelerindeki iç
savaşlar, sömürülen ülkeler ve katledilen insanlar yer alırken 2.ciltte ise
dünya savaşları, Vietnam, Ermeniler, Sırplar, Bulgar çetelerinin ve Kıbrıslı
Rumların mezalimleri, Fransız Devrimi, Avrupa iç savaşları, Yemen, Mısır,
Suriye de katledilen, işkence gören Müslümanlar anlatılmıştır. 3.ciltte Bizim
Ortaçağ’ımız başlığı altında günümüzde batıya mâl edilen birçok buluşun ilk
kaynaklarının Razi, İbni Sina, İbnünnefis, Kindi, Heysem, Cabir Bin Hayyan,
Biruni, Ömer Hayyam, Piri Reis gibi Müslüman bilim adamları olduğunu öğreniriz.
Kitaptan
temizlik üzerine bir bahisle, onların ve bizim ortaçağımıza göz atalım.
Dr. Cabanes'den yapılan bir tercümede,
şöyle anlatılıyor:
'Ortaçağ sonlarına doğru yalnız evlerde
değil, asiller ve zenginlerin saraylarında da hela (tuvalet) yoktu!..
İhtiyaçlarını gidermek isteyenler, altında bir çeşit oturak bulunan
iskemlelerine oturarak rahatlarlar; bu iskemleyi de odalarının bir bölmesine
gizlerlerdi. 'Bahsi geçen 'oturak'ların pis kokusunun yayılmaması için 'kapaklı
birer kutu' içine konulduğu ve yatağın başucunda (kadın ve erkeğe ait) iki adet
sağlı sollu konulduğu, zamanla bu kutuların 'yatak odası' takımlarındaki
komidin olarak; günümüzde, bizim de evlerimizi şereflendirdiğini acaba biliyor
muyduk?
'Bununla beraber sıkışanların,
ihtiyaçlarını koridorlarda, şurada burada, bir duvar kenarında görmeleri adet
halini almıştı. Düşününüz ki; yalnız Fransa'nın değil, bütün dünyanın en büyük
sarayı Versailles (Versay) Sarayı'nın inşa edildiği tarihte hela yoktu. Herkes,
istediği yerde ihtiyacını giderdiği için, Paris'te sokaklar, avlular ve hatta
parklar, pislik ve kokudan geçilmez haldeydi.’
Dr. A.Srayer ise 'İstanbul'da Dokuz Yıl'
isimli hatıratında; Müslüman Türk'ün temizliğini şu satırlarla dile
getirmiştir: 'Bugün bir Avrupalı, fakir bir Türk köylüsü kadar temizliğe dikkat
etmez. Eski Paris'in ne kadar pis bir şehir olduğu herkesçe bilinir. O zamandan
beri temizlik yolunda hayli mesafe aldığımızla övünür dururuz amma, Türklerin
temizliğine ulaşabilmemiz için daha en az yarım asra ihtiyacımız var.'
17. asır sonlarında yurdumuza gelen
Grolet adlı bir yazar; 'Türkler, yıkanmada mübalağaya kaçarlar; bu kadar sık
yıkanmasalar, muhakkak ki, daha az hasta olurlar!.. Hemen her gün yıkandıkları
için de beyinleri sulanmaktadır!..' diyerek pislikten kendi beyninin
sulandığını ortaya koyarken; bir İspanyol seyyah da, 'Türkler, biz
Hıristiyanların pis olduğunu ileri sürüyor. Halbuki yıkanmak zararlıdır.
İspanya'da hayatı boyunca iki defa yıkanmış erkek veya kadın yoktur. Yıkanmanın
zararı pek çok kişide görülmüştür. Hele biz Hıristiyanlar, alışık olmadığımız
için bize daha zararlıdır' sözü ile İspanya'daki pisliği bizzat itiraf
etmiştir!..