30 Aralık 2017 Cumartesi

BAKİ_İskender Pala


Klasik Türk şiirinin en büyük şairlerinden biri olan Bâki (Mahmud AbdülBâki)1526 yılında İstanbul’da doğmuştur. Varlıklı bir aileden gelmemesine rağmen zekâsı ve yetenekleriyle iyi bir medrese eğitimi almıştır. Hocası Mehmed Efendi için yazdığı “Sünbül” kasidesi öyle parlamıştır ki hocasına artık Sünbül Efendi denilmeye başlanmıştır. Kanuni’ye sunduğu bir kaside sonrası onun iltifatına mazhar olur. Tarih kitaplarında, Kanuni’nin kendisi için “Padişahlığımın birkaç yerinden pek haz duymuşumdur. Bunlardan biri de Bâki gibi tab’ı temiz bir insanı bulup, çıkarıp itibar eylediğimdir.” dediği yazar. “melikü’ş-şuara”, “sultan-ı şairan”, “sultanu’ş-şuara” gibi sıfatlarla devrin en büyük şairi olarak meclislerin aranan kişisi haline gelir. Neşeli, hoşsohbet, nükteci olmasının yanı sıra; açık tabiatı, doğru bildiğini söylemekten çekinmemesi, gevezeliği ve hicve kaçan tutumu yüzünden zamanın birçok idarecisini darıltmıştır. 7 Kasım 1600 tarihinde vefat etmiştir.
Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün
Neyledüm ol yâr-ı âlîşâna söylen söylesün

Nâz-ıla güftâra gelmezse helâk eyler beni
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâna söylen söylesün

Derd-i aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen
Anı yine âşık-ı nâlâna söylen söylesün

Hârı zahmından neler çektüğümi gülzârda
Bâğbân- bülbül-i giryâna söylen söylesün

Baki’yâ dil durmasın güftâra takat kalmadı
Vaktidür ol husrev-i devrâna söylen söylesün

27 Aralık 2017 Çarşamba

KIZIL NEHİRLER_Jean Christophe Grange

✮✮✮
Cinayet dedektifi Pierre Niemans, güvenlik sorumlusu olduğu bir maç sonrası çıkan arbedede bir holiganı öldüresiye döver. Amiri tarafından, bu olaydan uzaklaşması için, küçük bir üniversite kenti olan Guernon’da işlenen cinayeti araştırmakla görevlendirilir. Üniversitenin kütüphane görevlisi Caillos, nehrin kenarındaki kayalıkların arasına sıkıştırılmış, çıplak, cenin pozisyonunda ve ağır işkenceler sonucu öldürülmüş olarak bulunmuştur. Niemans kente gelir gelmez dağlık alanda buzun içinde hastabakıcı olan Sertys’in cesedi aynı pozisyonda bulunur. Aynı anlarda Sarzac kasabasında, polis Karim Abdouf’a, bir okuldan ve mezarlıktan hırsızlık ihbarı gelir. Girilen mezar, Jude İtero adında 1982 yılında ölmüş on yaşında bir çocuğa aittir. Çalınan tek şey mezardaki fotoğrafıdır. Karim fotoğrafta özel bir şey olduğunu düşünerek okula döner. Okul kayıtlarında Jude İtero’yu bulmak ister. Fakat onun okulda olduğu yıllara ait tüm kayıtlar ve resimler kaybolmuştur. Bu iki hırsızlık olayı arasında bağlantı kurar ve mezarlık saldırısında eski model bir Lada kullanıldığını öğrenir. Ladanın sahibi ise Guernon’da öldürülen hastabakıcı Sertys’tir. Guernon’a gelir ve soruşturmayı Niemans’la birlikte sürdürmeye başlarlar. Devamında göz doktoru Chernece öldürülür.Birçok yere giden ve araştırma yapan Karim en sonunda Jude İtero'nun sanıldığı gibi erkek olmadığını aslında küçük bir kız çocuğu olduğunu ve annesinin hep kızının yüzünü saklamak istediğini ve en sonunda da bu şehirden kaçtıklarını öğrenir. Niemans ve Karim araştırmaları sonucu gerçeği ortaya çıkarırlar. Caillos, Sertys, Chernece ve onların babaları Guernon'da gizli bir iş yapıyorlardır. Üstün bir ırk yaratmak adına yıllar boyunca dağcılıkla uğraşan, yapılı ve sağlıklı köylü insanların bebekleriyle kentte doğan bebekleri hastanede değiştirmişlerdir. Seçilmiş çocuklar üniversiteye geldiklerinde ise kütüphanede hep istenen kişilerle karşı karşıya oturması sağlanarak evlenmelerinin yolu açılmıştır. Bu öldürülen üç kişi babadan oğula, kentin “Kızıl Nehirler”inin hakimidir. Genetik olarak Guernon sakinlerinin kanlarını onlar yönetmiştir. Aynı olay Jude(Judith) İtero'nun da başına gelmiştir ve ikizi başka bir bebekle değiştirilmiştir. İkizi olan Fanny Fierra'yı bulmuş, yaşadığını gizleyerek, onunla ortak bir hayatı paylaşmaya başlamıştır. Şimdi ise bu iki kardeş, onları ayıran, babalarının ölümüne sebep olan bu insanlardan intikam almaya başlamışlardır. Niemans ve Karim olayı çözdüklerinde ikiz kardeşlerin peşine düşerler ve geriye sadece Karim dönebilir.
"Biz efendileriz, biz köleleriz. Biz her yerdeyiz, hem de hiç bir yerde. Biz karar verenleriz. Kızıl Nehirlerin hâkimiyiz." 

23 Aralık 2017 Cumartesi

SİMYACI_Paulo Coelho

✮✮✮✮
Endülüs’te yaşayan Santiago, papaz okuluna gitmekte ve kalan zamanlarında koyun sürülerini otlatmaktadır. Yaşadığı yerden sıkılan on altı yaşındaki Santiago, gizem dolu maceralara atılmak, dünyayı dolaşmak için yola çıkar. Babasının vermiş olduğu parayla bir koyun sürüsü alır ve ondan sonraki günlerini, koyunları onu nereye götürürse orada geçirir. Bir gece eski, yıkık bir kilise bahçesindeki firavun inciri ağacı altında uyurken rüyasında Mısır Piramitlerinde  hazine bulduğunu görür. Rüyasını pek önemsemeyen Santiago sonraki günlerin birinde yaşlı bir adamla karşılaşır. Konuşma ilerledikçe piramitler hakkında gördüğü rüyasını yaşlı adama anlatır. Adamın sözleri üzerine  Mısır’a gitmeye karar vererek koyun sürüsünü satar ve yola çıkar. Afrika’da bir liman şehrine gelir. Çölü geçmek için deve alması gerekmektedir fakat kandırılır ve beş parasız kalır. Uzun bir süre çalışıp para kazandıktan sonra bir kervancıyla anlaşarak yola çıkar. Bu kez de kabileler arası savaştan dolayı ilerleyemezler. Yol üzerinde bir kabileye misafir olurlar. Bir simyacıyı arayan İngiliz bir yolcuyla tanışır. Ondan simyacının kurşunu altına dönüştürdüğünü öğrenir. Kabile üyelerinden Fatima’yı görür ve aşık olur. Onunla evlenmek ister. Hayallerinden bahsettiğinde Fatima ona “Yüreğinin götürdüğü yere gitmesini “ tembih eder. “Ve buraya geliş amacını gerçekleştirmeden benimle evlenirsen hiç bir zaman mutlu olamayız “der. Kaldıkları yere baskın düzenlendiğinde Santiago oradan ayrılır ve çölde ilerler. Bir vahada simyacıyı bulur. Burada Simyacı’nın kurşunu altına çevirdiğine şahit olur. Simyacı’dan aldığı bir parça altınla yoluna yalnız devam eder. Piramitlere vardığında rüyasında gördüğü yeri gece boyunca kazar. Hiçbir şey bulamaz. Oraya gelen savaşçılar üzerindeki altını alırlar ve onu döverler. Santiago, savaşçılara rüyasında piramitlerin yakınlarında gömülü bir hazine gördüğünü ve onun için İspanya’dan buralara kadar geldiğini fakat bulamadığını söyler. Bunun üzerine onlardan biri “ Ben de rüyamda İspanya’ya gitmem gerektiğini, koyunlarıyla yıkık bir köy kilisesinde uyuyan bir çobanı bulup aramam gerektiğini gördüm. Eğer oraya gidip o çobanı bulursam ve  firavun incirinin dibini kazarsam gizli bir hazine bulacakmışım. Ama aynı düşü 2 kez gördüğüm için çölü geçip İspanya’ya gidecek kadar aptal değilim.” der. Santiago serbest kaldığında hazinesinin artık nerede olduğunu biliyordur. Yüreğinin götürdüğü yere kadar gelmiş ve kişisel menkıbesinin neticesine ulaşmıştır. Geri dönen Santiago firavun incirinin dibini kazar ve içi mücevher dolu bir sandık bularak rüyasında gördüğü ve Mısır’a piramitlere kadar gidip bulmayı arzuladığı hazineye kavuşur. Fatima’ya dönecektir.

20 Aralık 2017 Çarşamba

HASAT ZAMANI_John Lescroart

✮✮✮
San Francisco Bölge Savcısı seçilen Wes Farrell, seçim kampanyasında kendisine oldukça yüklü bağışlar yapan ve sahibi oldukları gazetelerinde destekleyici yazılar yayınlanmasını sağlayan Curtlee ailesinin baskısına karşı gelemez. Tek oğulları olan Ro (Roland), tecavüz ve cinayet suçuyla dokuz yıldır hapistedir. Seçime yaptıkları yatırımın karşılığını almak isteyen Curtlee ailesi ondan Ro’nun yeniden yargılanmasını isterler. Yeniden yargılamaya kadar Ro, yüksek bedelli kefalet ile serbest bırakılır. Onun aleyhine tanıklık eden kadınlardan biri ve onu suçlu bulan jürinin başkanının eşi kundaklama sonucu ölürler. Ro’yu takip eden polis dedektiflerinden biri arabasında başından vurulmuş halde bulunur. Daha önce Ro’yu yakalayan ve hapse atan cinayet masası şefi Abe Glitsky cinayetleri onun işlediğinden emindir fakat kanıtlayamaz. Ro kendisine karşı tanıklık eden diğer kadını bulur ve tehditle tanıklıktan vazgeçirir. Vali ve basın, polislerin Ro’nun durumunu bir kan davası haline getirdiğini, haklarına tecavüz ettiğini söyleyip Farrell ve Glitsky üzerindeki baskılarını artırmaya devam ederler. Ro’nun serbest kalmasındaki etkisinden dolayı çok pişman olan Farrell için tek çare onu büyük jürinin karşısına çıkarmaktır. Fakat beklenmedik bir olay olur. Ro salıverildikten sonra evlerinde çalışan hizmetçilerinden birine daha tecavüz etmiştir. Ve sonunun diğer kadınlar gibi olmasını istemeyen Linda, Ro’yu ve ailesini öldürür.
“Kadın bunun nefsi müdafa olduğunu söyledi. Onun geldiği yerde güçlü bir ailenin bir üyesini öldürürsen, senin bütün aileni öldürürler. Ro’yu öldürecekse, tümünü öldürmesi gerektiğini biliyordu.”

18 Aralık 2017 Pazartesi

16.50 TRENİ_Agatha Christie

✮✮✮
Agatha Christie’nin ünlü karakteri Jane Marple romanı. Marple'ın arkadaşı Elspeth noel alışverişi sonrası 16.50 treni ile evine dönerken trenin yavaşladığı sırada penceresinin önünden başka bir tren geçer. Bu kısa anda karşısındaki trende bir cinayete şahit olur. Gördükleri karşısında afallasa da, serinkanlılığını kaybetmez ve trenden iner inmez ilk işi kondüktörü durumdan haberdar etmek olur. İhbarı dikkate alınsa da yapılan araştırmalar sonucunda, bir maktul bulunamaz. Cinayet işlendiğine dair bir iz de yoktur. Yaşlılığından dolayı olayları rüyasında görmüş olabileceğini düşünürler. Arkadaşı Jane Marple dışında ona kimse inanmaz. Jane de yaşlı olduğundan bir tanıdığı olan hizmetçi Lucy'den yardım ister. Lucy cesedin trenden atılmış olabileceği arazide olan Rutherford malikanesinde çalışmaya başlar. Ceset gerçekten de bu arazide bulunur. Cesedin o binada yaşayan Crackenthorpe ailesi ile bir ilişkisi olduğundan şüphelenilir. Ayrıca malikanede cinayetler işlenir. Evin reisi ölmez iken oğulları ölmeye başlar. Scotland Yard'dan Dermot Craddock, Lucy ve Jane Marple bu olayı çözmeye çalışırlar.

15 Aralık 2017 Cuma

ÖLÜMDEN DAHA DERİN_Tami Hoag

✮✮✮
1985, California. Üç çocuk okullarının arkasındaki parkta koşarken, toprağa kısmen gömülmüş bir kadın cesedi bulurlar. Cesedin gözleri ve ağzı tamamen yapıştırılmıştır. Öğrencilerine son derece yakın olan öğretmenleri Anne Navarre yaşadıklarının çocukların masumiyetini yok edişini büyük bir endişeyle izlemektedir. Ama bunun, seri katil cinayetlerini işlerken ailelerin, dostların sırlarının birer birer ortaya dökülmesiyle tüm toplumun masumiyetini bir şekilde sarsacağını henüz fark etmemiştir. Washington'dan soruşturmanın yürütülmesine yardımcı olmak amacıyla ünlü FBI ajanı Vince Leone gizlice çağrılır. Vince bir yandan yeni teknikler, katil profili oluşturma yöntemleri, cinayetlerle ilgili kuramlar geliştirirken diğer yandan da cesedi bulan üç çocuğun yaşamının derinliklerine doğru çekildiğini hisseder. Olaylarla yakından ilgilenen genç öğretmeneyse kişisel olarak ilgi duymaya başlamıştır. Yeni kurbanlar bulunurken medya soruşturmanın gidişatını artık anbean takip etmektedir. Bu sırada Anne'yle Vince acaba en büyük acıyı bu kurbanlar mı yoksa acımasız bir psikopatla iç içe yaşadıklarından habersiz olduklarından, katilin ailesi ve dostları mı çekiyor diye düşünmektedirler. 

12 Aralık 2017 Salı

ORTAÇAĞ'I ÖZLEDİM_Fikret Oğuztürk

✮✮✮✮
Zaman zaman ülkemizde belirli bir kesim tarafından beyan edilen bir argümandır. “Ortaçağ  karanlığına dönmek istemiyoruz.” Nedir bu Ortaçağ? Kime göre karanlıktır? Ortaçağ'da neler olmuştur? Her toprak parçasında, her insan topluluğunda aynı şeylerin yaşandığı bir dönem midir?
Onların Ortaçağ’ı başlığı altında 1.ciltte zenginliğini farklı milletlerin kanı, teri ve gözyaşından elde eden Batı’nın tarihine göz atıp; Kazıklı Voyvoda, Kabbalist hahamlar, Sebatayist geleneği ‘mum söndürme’, İznik konsili, Haçlı seferleri, köle ticareti, Cengiz Han, Kolomb ve Amerika’da yok edilen medeniyetler, insan avları, Engizisyon, Komünizm ve Stalin, atom bombaları, Afrika ülkelerindeki iç savaşlar, sömürülen ülkeler ve katledilen insanlar yer alırken 2.ciltte ise dünya savaşları, Vietnam, Ermeniler, Sırplar, Bulgar çetelerinin ve Kıbrıslı Rumların mezalimleri, Fransız Devrimi, Avrupa iç  savaşları, Yemen, Mısır, Suriye de katledilen, işkence gören Müslümanlar anlatılmıştır. 3.ciltte Bizim Ortaçağ’ımız başlığı altında günümüzde batıya mâl edilen birçok buluşun ilk kaynaklarının Razi, İbni Sina, İbnünnefis, Kindi, Heysem, Cabir Bin Hayyan, Biruni, Ömer Hayyam, Piri Reis gibi Müslüman bilim adamları olduğunu öğreniriz.
Kitaptan temizlik üzerine bir bahisle, onların ve bizim ortaçağımıza göz atalım.
Dr. Cabanes'den yapılan bir tercümede, şöyle anlatılıyor:
'Ortaçağ sonlarına doğru yalnız evlerde değil, asiller ve zenginlerin saraylarında da hela (tuvalet) yoktu!.. İhtiyaçlarını gidermek isteyenler, altında bir çeşit oturak bulunan iskemlelerine oturarak rahatlarlar; bu iskemleyi de odalarının bir bölmesine gizlerlerdi. 'Bahsi geçen 'oturak'ların pis kokusunun yayılmaması için 'kapaklı birer kutu' içine konulduğu ve yatağın başucunda (kadın ve erkeğe ait) iki adet sağlı sollu konulduğu, zamanla bu kutuların 'yatak odası' takımlarındaki komidin olarak; günümüzde, bizim de evlerimizi şereflendirdiğini acaba biliyor muyduk? 
'Bununla beraber sıkışanların, ihtiyaçlarını koridorlarda, şurada burada, bir duvar kenarında görmeleri adet halini almıştı. Düşününüz ki; yalnız Fransa'nın değil, bütün dünyanın en büyük sarayı Versailles (Versay) Sarayı'nın inşa edildiği tarihte hela yoktu. Herkes, istediği yerde ihtiyacını giderdiği için, Paris'te sokaklar, avlular ve hatta parklar, pislik ve kokudan geçilmez haldeydi.’ 
Dr. A.Srayer ise 'İstanbul'da Dokuz Yıl' isimli hatıratında; Müslüman Türk'ün temizliğini şu satırlarla dile getirmiştir: 'Bugün bir Avrupalı, fakir bir Türk köylüsü kadar temizliğe dikkat etmez. Eski Paris'in ne kadar pis bir şehir olduğu herkesçe bilinir. O zamandan beri temizlik yolunda hayli mesafe aldığımızla övünür dururuz amma, Türklerin temizliğine ulaşabilmemiz için daha en az yarım asra ihtiyacımız var.'
17. asır sonlarında yurdumuza gelen Grolet adlı bir yazar; 'Türkler, yıkanmada mübalağaya kaçarlar; bu kadar sık yıkanmasalar, muhakkak ki, daha az hasta olurlar!.. Hemen her gün yıkandıkları için de beyinleri sulanmaktadır!..' diyerek pislikten kendi beyninin sulandığını ortaya koyarken; bir İspanyol seyyah da, 'Türkler, biz Hıristiyanların pis olduğunu ileri sürüyor. Halbuki yıkanmak zararlıdır. İspanya'da hayatı boyunca iki defa yıkanmış erkek veya kadın yoktur. Yıkanmanın zararı pek çok kişide görülmüştür. Hele biz Hıristiyanlar, alışık olmadığımız için bize daha zararlıdır' sözü ile İspanya'daki pisliği bizzat itiraf etmiştir!..

8 Aralık 2017 Cuma

MUZAFFER İZGÜ Öyküler

✮✮✮✮✮
Azrail Nasıl Rüşvet Yedi?
Demokrasimiz Kaç Para Eder?
Üç Halka Yirmi Beş
Orta Direği Yıkan Ayı
Nasıl Baba Oldum?
29 Ekim 1933 tarihinde Adana'da dünyaya gelen Muzaffer İzgü, yoksul bir çocukluk geçirmiştir. Okul hayatı esnasında bulaşıkçılık, garsonluk ve gazoz satıcılığı gibi birçok işte çalışır. Diyarbakır Öğretmen Okulu'nda eğitimini tamamlar ve öğretmenlik yapmaya başlar. 1978 yılında emekli olduktan sonra çeşitli gazetelerde yazıları yayınlanmaya başlanır. Küçük öykü ve röportajlar derler. Zamanla, tiyatro oyunu yazmaya yönelir. Özel tiyatrolarda oynanan, radyolarda yayınlanan oyun ve skeçleriyle ün yapar. Yazım tarzlarının çok yakın olması nedeniyle Aziz Nesin tarafından taklitçilikle suçlanmış hatta Aziz Nesin’in ona "Birader, ben iki kişilik değil, tek kişilik yazıyorum." dediği iddia edilmiştir. Yazar 26 Ağustos 2017 tarihinde hayatını kaybetti.
“Bütün gülünç olaylarla, kişiler Muzaffer İzgü’ye mi rastlar? Hayır, bizler de nice gülünçlüklere tanık oluyoruz. Ama o gülüp geçmez bunlara. Toplumsal olayları kendine özgü bir dille ve eleştirel yaklaşımla sergiler. Belki bu değerlendirmenin sonucuna da gülecektir çokları, gülmek de bir tepkidir kimi zaman derler ya…Akıllı, iyi yürekli, güzel insanları, safları, bönleri; kimi zaman da kötülüğe çanak tutan açıkgözlüleri, üçkağıtçıları sergiler. Onların çevresinde gelişen şaşırtıcı olayları öyle bir dile getirir ki çoğu kez tepkiniz bir kahkaha patlatmak olur.”

5 Aralık 2017 Salı

A'MAK-I HAYAL_Filibeli Ahmed Hilmi

✮✮
Ahmet Raci, dindar bir annenin terbiyesinde yetişmiş, çevresi tarafından sevilen, tahsilli bir gençtir. Belirli bir sorunu olmasa da sürekli kalbinde bir ağırlık vardır. Küfür ile imanı, inkar ile ikrarı, tasdik ile şüpheyi aynı anda yaşadığı inancındadır. Bu ikilikten ve şüphelerden kurtulmak için, bazı alimlerle görüşür, ispritizma ve manyetizma cemiyetlerine girip çıkar, ancak derdine çare bulamaz. Günün birinde, her zaman önünden geçtiği mezarlığın kapısını açık görüp içeri girer. Mezarlıkta bir kulübede yaşayan, ney üfleyip gazeller söyleyen, kıyafetlerinin üstü ayna ve parlak metal parçalarıyla dolu Aynalı Baba ile karşılaşır. Ruhundaki sıkıntıları onunla paylaşır. Onu her ziyaretinde ikram edilen kahvenin ve üflenen neyin etkisiyle Raci, hayal âlemine geçer. Raci birinci gün Nirvana’ya ulaşmak için kendisini Buda’nın sarayında bulur fakat arzularını yok edemediği için bu zirveye ulaşamaz ve geri döndürülür. İkinci gün, Ey ateş! Zulmetleri aydınlat, diyen Zerdüşt’ün diyarına ulaşır. Zerdüşt’ün sarayında Ehrimen’le Hürmüz’ün mücadelesini seyrederek yeryüzünden kötülüğün kaldırılamayacağını anlar. Üçüncü gün “Devr-i Daim” şehrine giderek her şeyin başladığı yere döneceğini öğrenir. Dördüncü gün “Meydan-ı İmtihan, Mecma-ı Arifan”. Arifler arasında yapılan bir imtihan vesilesiyle insanların hakikatı görmelerinin ne kadar zor olduğunu anlar. Beşinci Gün “Saha-i Azamet”. Anka kuşu ile binlerce alem arasında bir yıl süren bir seyahatten sonra, bu sonsuz alemlerin Allah’ın yüceliği karşısında bir hiç olduğunu anlar. Altıncı gün “Kaf-u Anka”. Kainatta olup bitenleri anlamak maksadıyla sorulan “Bu kervan nereye gidiyor?” sorusunun cevabının “bütün mevcudatın eşsiz, sırra, aşk nuruna doğru, bu seyran ve bu devranın ezeli ve ebedi olduğunu” anlar. Yedinci gün “Umman-ı Azamet ve Girdab-ı Kibriya”. İlahi ilim karşısında insanın sahip olduğu ilmin bir nokta ka dar olduğunu, hakiki ilmin ise Hakk’ı birlemekten ibaret olduğunu anlar. Sekizinci gün “Muamma-yı Ebedi”. Ruhun hakikatinin yoklukla varlığın tek şey olduğunun anlamadan bilinmeyeceğini, bunu ise ilimde derece sahibi olanlardan başkasının idrak edemeyeceği gerçeğini anlar. Dokuzuncu gün “Mahfel-i Azam”. Büyük peygamberlerle alimlerin toplandığı bir mecliste hakiki saadetin ne olduğunu soran insanlığa, meclistekilerin hepsi kendi düşüncesine göre cevap verirse de hakiki saadetin ancak Peygamberimizin eliyle kainata dağıtıldığı hakikatini anlar. Sonunda Raci yokluk ile varlığın aynı şeyler olduğunu öğrenir. Dokuzuncu gün sonunda hayalinden uyandığında yanında Aynalı Baba yerine onun veda mektubunu gördüğünde Raci gözyaşlarına boğulur. Anadolu’nun dört bir yanında Aynalı Baba’yı ararken aklını iyiden iyiye yitirir ve Manisa tımarhanesine alınır. Aynalı Baba da buradadır. Bir zaman sonra Aynalı Baba ölür. Kur’an-ı Kerim ve kahve takımından ibaret olan servetini Raci’ye bırakır. Aynalı Baba ile yaşadıklarından sonra Raci’nin ruhu dinginleşmiş ve kalbi tatmin olmuştur. 

3 Aralık 2017 Pazar

İNÖNÜ DÖNEMİ_Abdurrahman Dilipak

✮✮✮✮✮
İstiklal Mahkemelerinden Lozan’a, Takrir-i Sükun’dan Varlık vergisine, Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşuna, Laiklik ve din eğitimine, köy enstitülerine, Atatürk-İnönü ilişkilerine kadar dönemin olaylarını farklı bir bakış açısıyla görmek isterseniz…
“Bu kitap, Cumhuriyet döneminin iki numaralı adamı İsmet İnönü´nün 1919-1950 yılları arasındaki serüvenini ya da nâm-ı diğer 2. Adam veya, "Milli Şef" dönemine ilişkin gerçekleri anlatmaktadır. 
‘Geldi İsmet, Gitti Kısmet’ şeklinde şöhret bulan bir dönemin hikayesidir bu. İstiklal mahkemeleri, ekmek karnesi ve köy enstitülerinin damgasını vurduğu bir zaman kesiti!
Atatürk devrimci idi; İnönü evrimci. Biri kafa, ötekisi el, kol, ayak...İnönü ikincisidir. İkisinden birini bilmeden Cumhuriyet tarihini tam olarak anlamak mümkün değildir.
Başlangıçta İstiklal Savaşı’ndan umudunu kesen bir Osmanlı paşasıdır İnönü…Sonra birden kahraman olur; İnönü Savaşlarının kahramanıdır ama gerçekten de İnönü’nün bu savaşta adından söz etmek pek de mümkün değildir. İnönü bu savaşlara adını vermemiş, bu savaştan kendisi nam almıştır.
İnönü Komünist partinin kurucusudur; Başbakandır; Atatürk’ün sırdaşı ve en yakın yoldaşıdır. Sonra bir gün yolları ayrılır. İsmet’i defterden silmiştir. Ama Atatürk ölünce bu mirası sürdürecek tek bir isim vardır: İsmet İnönü. Ve O ömürboyu Cumhurbaşkanı, Parti başkanı ve Milli Şef’tir artık. Açık oy, gizli sayımla temeli atılan, Parti il başkanlarının vali oldukları, takrir-i sükunla suskunluğu yasalaştıran yeni Türkiye Cumhuriyetinin mimarı olarak bir döneme imzasını atacaktır.
Belki bu kitap bu dönemin tüm gerçeklerini ifade etmede çok yetersiz kalacaktır. Ancak devrin özelliklerini taşıyan bazı müesseseler ve olaylar ışığında bazı ipuçları vermeye çalışılmıştır. Bu sadece küçük bir başlangıçtır. Tarih ise insanlığın ortak mirasıdır.
Bu dönemin gerçek tarihinin, resmi belgeler, gizlilik duvarı arkasına saklanan İstiklal Mahkemelerinin duruşma zabıtları ve arşivler açılmadan, temel hak ve özgürlükler teminat altına alınmadan, sansürcü zihniyet ortadan kalkmadan yazılabileceğini sanmıyorum. Bu kitap, bu yönde bir talebin doğmasına yol açacak bir katkı olacaksa, hedefine ulaşmış olacaktır.”

30 Kasım 2017 Perşembe

ASLA ARKANA BAKMA_Tess Gerritsen

✮✮✮
“O ses ısrarla ölmediğini söylüyordu; efsanevi pilot Wild Bill Maitland, yani babam, acımasızca hazırlanmış bir oyuna alet edilmiş olabilir miydi? Yaşanan trajedinin üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen gerçekleri gün yüzüne çıkarmalıydım; daha dün gibi hissettiğim hüznü dindirmemin tek yolu buydu. Ama izlerin peşine düştükçe birileri hunharca öldürülüyor, geçmişe doğru attığım her adımda biraz daha dibe çöküyordum. Tek başımaydım, güçsüzdüm ve etrafımda güvenebileceğim kimse yoktu; ta ki onunla karşılaşana kadar...”
Willy Maitland’ın babasının kullandığı uçak, 20 yıl önce özel bir görev uçuşunda Laos-Kuzey Vietnam sınırında düşmüştür. O günden sonra ölü ya da diri babasından hiçbir haber alınamamıştır. Willy  kanser hastası olan annesinin ölüm döşeğindeki  son dileğini yerine getirmek icin babasının başına ne geldiğini araştırmaya başlar. Ona görev emrini veren generalle görüşmesi sırasında Gay Barnard ile yolları kesişir. Willy babasının izlerini takip etmek için Saygon’gidecektir ve Gay'da oraya bir vatan haini olan, karsı taraf icin çalışan Rahip Tuck lakaplı Amerikalı bir pilotu bulmak için gidecektir. Gay aradığı kişinin Willy’nin babası olduğunu düşünür. Ona aramalarında yardımcı olur. Willy iki kez ölüm tehlikesi atlatır. Kiminle görüşüp bilgi edinseler o kişinin öldürüldüğünü öğrenirler. Willy ve Gay uzun bir yolculuk sonrası Bill Maitland’ı bulurlar. Yirmi yıl önce özel bir kargoları olduğunu -kralın Amerika yanlısı kardeşi ve kasayla altınları-, uçağın içine yerleştirilmiş bir bombayla düşürüldüğünü öğrenirler. Savaştan kazanç sağlayan bir grup uçağın ve içindekilerin tamamen yok edilmesini istemiştir. Bill Maitland ise bu nedenle hayatta olduğunun bilinmesini istememiştir. Ücra bir köyde, kulaksiz ve yüzü yanmış bir halde de olsa bir yaşam kurmuş, bir yerli kadınla evlenip çocukları olmuştur. Fakat peşlerinden paralı bir askeri birlik gelir. İlkel savaş metodları ile düşmanı alt  etmeye çalışırken onları her adımda takip eden Vietnam kuvvetleri yardımlarına yetişir. Onları öldürmek için takip eden kişinin aslında vatan haini Rahip Tuck olduğunu öğrenirler.

28 Kasım 2017 Salı

OTOMATİK PORTAKAL_Anthony Burgess

✮✮✮
Alex; Dim, Pete ve Georgie adlı üç arkadaşıyla birlikte gündüzleri gayet normal bir genç gibi okuluna gitmekte, akşamları ise yaşlılara, kadınlara saldırarak paralarını çalmakta, kadınlara zorla sahip olmaktadır. Bir gece kedileriyle yaşayan yaşlı ve yalnız bir kadının evine girip evindeki altın, gümüş ve antikaları çalacak, daha sonra da bunları kara borsada satacaklardır. Eve gittiklerinde Alex üst pencereden içeri girerek yaşlı kadını etkisiz hale getirmeye çalışır. Kadın ve kedileri ona saldırınca Alex bir vazoyla kadının kafasına vurur. Kadın ölür. Polis geldiğinde çete arkadaşları çoktan uzaklaşmıştır. Böylece Alex tutuklanır ve tam on dört yıl hapis cezası alır. Hapis cezasının ikinci yılında hücrelerine yeni gelen bir mahkumu döver ve ölümüne sebep olur. Akşama doğru, içişleri bakanı ve hapishane müdürü gelirler. İçişleri bakanı, Alex’e iki hafta içinde serbest kalıp evine dönebileceğini, fakat yeni bir ıslah programına katılması gerektiğini açıklar. Ertesi sabah, Alex'i hapishaneye yakın yeni bir binaya götürürler. Küçük, temiz bir odası vardır. Ertesi gün tedavisi başlar. Koluna bir sıvı enjekte edildikten sonra dev bir ekranın karşısına kımıldayamayacak şekilde oturtulur. Uzun bir süre aşırı şiddet içeren görüntüler izlettirilir. Artık şiddet uygulama isteği olduğunda ağır baş ağrısı nöbetleri geçirmekte bu yüzden istemeden de olsa herkese iyi davranmaktadır. İki haftalık işkencenin sonunda yeni yöntemin olağanüstü başarısı olarak  serbest bırakıldığında annesi ve babasıyla yaşadığı eski evine gider. Onun yokluğunda ailesi odasını bir başkasına kiralamıştır. Yeni kiracıdan kötü bir evlat olduğuyla ilgili hakaretler işitir, daha önce tartakladığı yaşlılardan dayak yer, şimdi polis olan Dim tarafından dövülür fakat şiddetli baş ağrılarından korktuğu için hiç birine karşılık veremez. Ne yapacağını bilemeyerek sokaklarda dolaşmaya başlayan Alex, intihar etmeye karar verir. Yüksek bir yerden atlar. Ölmemiştir, fakat birçok kemiği kırılmıştır ve oldukça kötü durumdadır. Kaldırıldığı hastanede onu tedavi ederler. Tedavi eski Alex’i geri getirir. Artık şiddet fikri onu hasta etmemektedir. Eski günlerine döner ve yeniden bir çete kurar. Fakat artık bu işlerden eskisi kadar keyif almaz. Bir akşam tek başına dolaşırken eski arkadaşı Pete ile karşılaşır. Pete’in evlendiğini öğrenen Alex, farklı bir yaşamının olabileceğini, baba olmak istediğini fark eder. Alex artık büyümüştür.

25 Kasım 2017 Cumartesi

BÜLBÜLÜN KIRK ŞARKISI_İskender Pala

✮✮✮✮
'Bülbülün Kırk Şarkısı' Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV) hayatını konu alır.
Hz. İbrahim ateşe atılacağı zaman ona yardım etmek isteyen Bülbül’le tanışır. İbrahim (as) bülbülden kaçmasını ister, fakat bülbül kaçmaz ve beraber ateşe atlarlar. Fakat bir anda o korlar ve alevler güllere dönüşür. Ve kurtulurlar. Çünkü Rab ateşe, "Ey Ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol!" demiştir. Bülbül ile Hz. İbrahim dost olurlar.  Allah'ın "Eğer sen olmasaydın Ey Muhammed, kainatı yaratmazdım!" buyurduğu kişi hakkında konuşurlar. Hz. İbrahim O'nun çok uzun zaman sonra geleceğini kendilerinin göremeyeceğini söyler. Bülbül kendisi için dua etmesini diler. Böylece O’nun nuru nesilden nesile geçtikçe kendisinin ona olan aşkı da soydan soya çoğalacak, bedeni değişse de gönlündeki aşk her daim tazelenecektir. Hz. İbrahim onun için dua edeceğini fakat bir şartı olduğunu belirtir. Şartı, o gül açıncaya dek seher vakitlerinde onu anması ve açacağı çağda da kırk adet şarkı söylemesidir.Tarihlere göre bölümlere ayrılan romanda her bir bölüm Sahabe'den bir kişiye atfedilmiştir.
“Bütün şarkılarım sanadır ya Rasulallah
Ne ki vardır ya senden ya sanadır ya Rasulallah”
Çünki
“Seni her kim severse ben rakibim ya Rasulallah”

22 Kasım 2017 Çarşamba

KİMSE KIZMASIN KENDİMİ YAZDIM_Hasan Cemal

✮✮✮✮
Bugüne kadar dokuz kitap yazdım. Beni en çok zorlayan kimse kızmasın kendimi yazdım oldu.İnsanın kendi siyasal geçmişiyle hesaplaşması, kendi kendisiyle yüzleşmesi kolay değil. Hele bizdeki gibi itiraf geleneği pek olmayan bir ülkede, "Ben bir zamanlar böyle düşünüyordum, şimdi değiştim," diyebilmenin epeyce güçlükleri olduğunu yaşayarak da gördüm.”
Hasan Cemal kendi siyasi tarihini, kendi siyasi kişiliğinin oluşumunu artıları ile eksileri ile anlatır. Siyasi tarihi ile hesaplaşmaya girer. Yazar 60 ‘lı, 70 ‘li yıllardaki siyasi düşüncelerini ortaya koyar. Moskova' ya sempati ile bakan sol bir çizgidir bu. Çok partili demokrasiyi “Cici Demokrasi “ diyerek alaya almaktadır. Sorunların ancak tek partili totaliter bir sistem içerisinde çözülebileceğini savunmaktadır. Yazarın da yazı işleri müdürü olarak yer aldığı Devrim gazetesi Doğan Avcıoğlu yönetiminde o dönem askeri tahrik etme yönünde önemli çalışmalar yapmaktadır. Yazar bugün bulunduğu noktadan tüm bu görüşleri eleştirir. “Özgürlük demokrasi değil, ideolojiler savunuluyordu. Dünya üzerindeki hızlı ve kapsamlı gelişmeye ayak uydurma değil, statükocu bir tavır benimseniyordu. Bu şekliyle de bu kişilerin tavırları, özgürlükçü demokratik olmaktan çıkarak tutucu bir tarza giriyordu. “ der. 60 ‘lı yıllarda içinde bulunduğu ideolojinin yanlışlıklarını yaşadığı olaylardan örneklerle eleştiriler getirir. Demokrasiyi kendi düşüncelerini hakim kılmak için bir araç olarak kullandıklarını, açıkçası iktidar olabildikleri takdirde kendi düşünceleri dışındaki düşüncelere fırsat tanımayacaklarını düşündüğünü belirterek o zamanki demokrasi anlayışını eleştirir. Yazar12 Mart Muhtırası olaylarına da değinir. Farklı totaliter rejimlerin dünya üzerinde yaşandığına, fakat bunların hiçbirinin ayakta kalamadıklarına, çöktüklerine, ayakta kalanların ise çağdaşlık ve refah düzeyleri konusunda çok çok geride kaldıklarına dikkat çeker. Oysaki yaşayan devam eden tek sistem özgürlükçü demokrasidir. Bununla beraber yazar   Faşizmin, Nazizmin , Komünizmin çöküşü ile demokrasiye dönük tehdit bitmediğini söyleyerek Radikal İslami harekete değinir.Ve kitabı, uzun yıllar çalıştığı, etkisinde çok kaldığı, ancak bir süre sonra siyasi çizgilerinin ayrıldığı yazar Doğan Avcıoğlu ‘nun ölümüne ve onunla ilgili son duygularına değinerek tamamlar.

19 Kasım 2017 Pazar

ADALET

✮✮✮
McFall Sanat Müzesi küratörü Christopher Thomas, zengin ve soylu bir aileden gelen Rosemary ile evlidir. Rosemary aynı müzede ‘Silahlar ve Zırhlar’ bölümünün yöneticisidir. Chris, konumunu eşinin parasına ve desteğine borçlu olmasına rağmen o yokmuş gibi yaşar. Sürekli eşini aldatır, üstelik gizlemeye gerek görmeden. Müzedeki eserlerden bazılarını büyük meblağlar karşılığında gizlice satar. Ülkeye yasak yoldan eserler sokar. Müzede davet verildiği bir akşam Chris ile Rosemary tartışırlar. Chris sinirle dışarı çıkan karısının peşinden gider. O geceden sonra Chris ortadan kaybolur. Dedektif Jon Nunn kayıp olayını araştırmaya başlar. Birkaç hafta sonra Berlin Tarih Müzesinde demir bir giyotinin içinde bir ceset bulunur. Giyotin, McFall Sanat Müzesinden gelmiştir. Ceset fena halde çürümüştür. Sağlam kalan bir parmağın izi, diş ve kemer tokası cesedin Chris’e ait olduğunu gösterir. Avucunda Rosemary’e ait bir saç teli vardır. McFall Sanat Müzesinde yapılan araştırmalarda da üzerinde Chris’in kanı olan Rosemary’e ait bir gömlek bulunur. Tüm kanıtlar aleyhine olan Rosemary suçlu bulunur ve zehirli iğne ile idam edilir. Rosemary’nin ölümünden on yıl sonra onun için bir anma töreni düzenlenir. Onun katil olmadığını düşünen Dedektif Jon Nunn için iyi bir fırsattır. Çünki asıl katilin de orada bulunacağından emindir. Törende  Rosemary’nin arkadaşı kendisine emanet edilen günlüğü herkese okur. Rosemary son sözlerinde, kız kardeşinin ölümünden sonra onun çocuklarına vasilik eden ve tüm parayı yöneten Peter’ı işaret etmiştir. Nunn Berlin’de yapılan otopsinin raporlarını başka bir uzmana gösterir. İnceleme sonucu cesedin dokuz parmak ucunun olmadığı, olan parmak ucunun ise kesilerek cesede eklendiği, ölen kişinin Asya kökenli olduğu, boyunun ise kesinlikle Chris’e uygun olmadığı ortaya çıkar. Nunn, Peter’ı sıkıştırır. Chris’in yaşadığını öğrenir ve onun peşine düşer.

15 Kasım 2017 Çarşamba

ÇİLE_Necip Fazıl

✮✮✮✮✮

Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 günü İstanbul'da doğan şair, yazar ve düşünür. Mekteb-i Fünun-u Bahriye-i Şahane'de okurken hocaları arasında Yahya Kemal ve Hamdullah Suphi gibi isimler vardır. Bu dönemde şiire olan ilgisi artan Necip Fazıl,"Nihal" isminde haftalık bir dergi çıkarır. 1921 yılında Darülfunun Felsefe Şubesi'ne kaydolur. Bu okulda birçok ünlü edebiyatçı ile tanışır. "Yeni Mecmua" dergisinde şiirleri yayınlanır. 1924 yılında aldığı bursla Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'ne gider. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli bankalarda çalışır. Necip Fazıl, 24 yaşındayken yayımladığı ikinci şiir kitabı Kaldırımlar ile tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve o devirde Türk basınının merkezi olan Bâb-ı Âli'nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşayan Kısakürek, 1943-1978 arasında 512 sayı yayımlanan Büyük Doğu Dergisi yoluyla İslamcı görüşlerini kamuoyuna duyuran ve Büyük Doğu Hareketi’ne önderlik eden bir şairdir. Dergi, Türkiye'de antisemitizmin yayılmasında öncü bir rol oynamıştır. 25 Mayıs 1983'te vefat etmiştir. 

UTANSIN
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

11 Kasım 2017 Cumartesi

GARDİYAN_Dolores Redondo

✮✮
Dedektif olan Amaia Salazar, zor bir çocukluk geçirmiştir. Küçük yaşta, akıl hastası olan annesinden gördüğü şiddetle ölümden dönmüştür. Halasının yanında büyümüş, sonra doğduğu kasabadan ayrılarak kendine farklı bir yaşam kurmuştur. Ünlü bir heykeltıraş olan kocası James’le uyumlu bir çifttirler, fakat çocukları olmamaktadır. Bir gün, yaşadığı şehir bir cinayetle sarsılır. Doğduğu kasabada henüz ergenlik çağındaki bir kız öldürülmüştür. Ceset, bir ormanda bulunmuştur. Kıyafeti boydan boya yırtılmış olan kızın üzerine bölgede çok bilinen bir tatlıdan bir parça konulmuştur. Cinayeti araştırmak için görevlendirilen Amaia doğduğu kasabaya dönmek zorunda kalır. Araştırmalar sürerken, aynı yaşlarda iki kız daha öldürülür. Cinayetleri işleyenin bir “yaratık” olduğu iddiaları atılır ortaya. Basajaun, bölgede yaşayanların yüzyıllardır ormanda yaşadığına ve uzun süredir ortalarda görünmediğine inandığı bir yaratıktır, adeta ormanın gardiyanıdır. Amaia tatlıdaki un karışımını analiz ettirir ve bu unun kız kardeşinin işletmekte olduğu fırında kullanıldığını ortaya çıkarır. Kız kardeşi Flora bunu öğrendiğinde katilin, alkol tedavisi olan kocası Victor olduğunu anlar ve onunla yüzleşir. Victor kızları öldürdüğünü itiraf eder.

9 Kasım 2017 Perşembe

BEYEFENDİ_Erdoğan İzgören

✮✮✮
Küçük bir Anadolu kasabasında doğan Ali, büyük bir şehirde dört yıl okuduktan sonra İzmir’de bir liseye öğretmen olarak atanır. Onun okul, köy ve öğretmenlik hayatından kesitler sunan Beyefendi, Anadolu insanına yabancılaşan aydının romanıdır.
“Kopuk, anasından başka düşünür, babasından başka giyinir. Onların giyimlerinden, düşüncelerinden,  davranışlarından, konuşmalarından utanır. O artık Beyefendi´dir. Anadolu insanı onun yanında rahat değildir. Dudaklarına kibar, nazik ve fakat sahte bir tebessüm sürer, karşısında ceketini düzeltir, ağzının kenarına iliştirdiği sigarayı çıkarır, hatta tokalaşmak için ellerini ceketine siler. Ama Anadolu insanının bu davranışında gizli ve aşılmaz bir zırh vardır. Anadolu insanı O´na kendisini kapatmıştır artık. Kopuk, zamanla kendine kapılarını kapatan toplumdan öcünü almaya çalışır.
Masa başına geçerler, karşılarında el pençe divan duran kendi insanından intikam alırlar...”

7 Kasım 2017 Salı

OSMANCIK_Tarık Buğra

✮✮✮
Ertuğrul Gazi’nin el avuca sığmaz oğlu Osmancık, güçlü ve kuvvetlidir. Herkes tarafından sabırsız ve öfkeli olarak bilinir ve bu nedenle de onun devlet yönetiminden çok uzak olduğunu düşünürler. Kendisi de bunun farkında olduğundan bu tür işlerle pek uğraşmaz. Osmancık, yoldaşları Konur Alp, Sungur, Gazi Rahman, Akça Koca ile birlikte ava çıkmayı, komşu beyliklere eğlenceye gitmeyi  daha çok sevmektedir. Ede Balı ile tanışmasından sonra Osmancık değişir ve bambaşka bir yön tutmaya başlar. Osmancık ufka dalıp dünyanın çok büyük olduğunu düşünürken yanına gelen Ede Balı, ona “Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul! Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz, der ve ilave eder: Dünya bir ömür için, bir tek insan için büyüktür. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir inanç, bir ülkü için değil!” Osmancık, Ede Balı’nın kızı Malhun Hatun’a âşık olur fakat Ede Balı’nın kızını vermemesi Osmancık’ı bir değişim ve arayış içine sürükler. Kendisinden ne beklenildiğinin arayışı içindedir. Osmancık, Ede Balı’nın tekkesinde kaldığı bir gün rüyasında Ede Balı’nın göğsünden çıkan bir ayın kendi göğsüne girdiğini, sonra bir çınar ağacı şeklinde dünyaya dal budak saldığını görür. Dört yana rahmet ve nur yağdıran bir çınar ağacıdır. Rüyanın tabirine göre, bu ay Malhun Hatun, bu çınar ağacı ise Osmancık’ın kuracağı devlettir. Osmancık tüm bu olanlardan sonra kararını vermiştir. Kılıcını, yayını, topuzunu kendisi için değil, soyu sopu için, soyunun amacı için kullanacaktır. Osmancık’taki değişimi gören Ede Balı kızı ile evlenmesine izin verir. Osmancık, yaşlanmış olan babası Ertuğrul Gazi’nin yerine beğ seçilir. Osman Beğ, ilk iş olarak civardaki Türk boylarını birleştirir. Yeni topraklar alınır, kaleler düşürülür yeni gelenler, bu topraklara yerleştirilir. Savaş, akın, ganimetin paylaşılması, yerleşme biçimi, doğumlar, evlenmeler, dostluk ve düşmanlıklar her şey bir düzene bağlanmıştır. Yöredeki herkes hayatından, malından emindir. İnegöl, Yarhisar, Aydos, Bilecik, İznik kaleleri alınır. Sırada Bursa vardır. Fakat Bursa çok iyi korunmaktadır. Kuşatma yapılır. Bu kuşatmayla oğlu Orhan ilgilenmektedir. Bu sırada Orhan hem yönetimde hem gazada olgunlaşmış, başarılara ulaşmıştır. Bundan sonra tek amaç Bursa’yı almaktır. Bu sırada Osman Beğ’in baba dostları, yoldaşları birer birer vefat etmektedir. Osman Beğ ise ölüm döşeğinde oğlundan gelecek zafer haberini beklemektedir. Sonunda nal seslerini duyar ve gülümser. Bursa alınmıştır. Osman Beğ beklediği habere ulaşmıştır. O, huzur içinde ölürken yeni bir dönem başlar. 

4 Kasım 2017 Cumartesi

ORHAN VELİ Bütün Şiirleri

✮✮✮✮
Orhan Veli Kanık (13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950)
Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusudur. 36 yıllık yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser sığdırmıştır. "Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair" olarak tanımlanmıştır.
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.


1 Kasım 2017 Çarşamba

GÜNEŞE DÖN YÜZÜNÜ_Ayşe Kulin

✮✮✮✮
Ayşe Kulin’in 1984’te yayınlanan ilk kitabıdır. Bozkırda Susuz Büyür Çiçek, Güneşe Dön Yüzünü, Kominis Nedir, Yoksullara Yardım, Bir Cenaze Töreni, Sami Bey’in Ruhu, Vitrinde, Bar, Bir Çekim Günü isimli öykülerden oluşur. Yazar, çocukluk yıllarından beri algıladığı, gözlemlediği siyasal yansımaları, çevresindeki insanların zaaflarını, özlem ve beklentilerini dile getirmiştir.

28 Ekim 2017 Cumartesi

ÇANKAYA_Falih Rıfkı Atay

✮✮✮✮
Ata­türk’ü çok yakından tanıyan biri olan Falih Rıfkı ATAY tarafından kaleme alınmış bu eser Türk siyasi hayatına ışık tutmuş, akıcı ve samimi bir dille yazılmıştır. Atatürk hakkındaki başka yerde bulama­yacağımız özel bilgilere ulaşabilirsiniz. Üç ana bölümde ele alınabilir. Birinci bölümde; (1881-1908) Atatürk’ün çocukluk ve gençliği, (1908-1914) Meşrutiyet, (1914-1918) 1. Dünya Savaşı anlatılır. İkinci bölümde ise Osman­lı Devletinin yok oluşu ve Türkiye Cumhuriyeti’nîn doğuşu anlatılır. Son Bölüm İse Atatürk’ün değişik konulardaki görüşleri ve karakteri üzerinedir.
Harf inkılabı ile ilgili bir bölüm:
Atatürk 1928 yılı haziranında Ankara’da bir ko­misyon kurulmasını Maarif Vekili, rahmetli Necati’den istedi. Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaretine gittiğim Atatürk, “Hemen Ankara’ya git, komisyona katıl ve bu işi çabuk bitiriniz.” dedi. Komisyon alfabesini İstanbul’da Atatürk’e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından birtakımı “q” harfin­de ısrar ediyordu. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmaya da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdîk. Bu arada bir “q” harfi tehlikesi atlattık. Biz Türkçe kelimelerde “k”nin ince ses­lilerle daima “ke”, kalın seslilerle “ka” okunduğunu düşüne­rek, “q”yu alfabeye almamıştık. Ben yeni yazı tasarısını getir­diğim günün akşamı Kâzım Paşa (Özalp) sofrada:
Ben adımı nasıl yazacağım. “Q” harfi lazım diye tuttur­du. Atatürk de:
– Bir harften ne çıkar, kabul edelim, dedi.

Böylece Arap kelimesini Türkçeleştirmekten alıkoymuş olacaktık. Sofrada ses çıkarmadım. Ertesi günü yanına gitti­ğimde meseleyi yeniden Ata’ya açtım. Atatürk el yazısı majüsküllerini (büyük harf) bilmezdi. Küçük harfleri büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı Kemal’in baş harfini “q”nun büyütülmü­şü ile, sonra da “k”nın büyütülmüşüyle yazdı. Birincisi hiç ho­şuna gitmedi. Bu yüzden “q” harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk, “q”nun majüskülünü “Q” bilmiyordu. Çünkü “Q”, “k”nın büyütülmüşünden “K” daha gösterişli idi.”

26 Ekim 2017 Perşembe

BİR MUCİZEDİR YAŞAMAK_Maupassant

✮✮
Yazarın on dört öyküsünün yer aldığı eser. İhanete Uğrayan Bir Adam, Bir Mucizedir Yaşamak, Sevdi-Sevildi-Öldü, Ölümüne Aşk, Öksüz Çocuk, Onurlu Kadın, Ay Işığı, Can Dost, Avcı İki Kardeş, Bayan Kokot, Ben de Zenginim, Sevgilimin Kokusu, Gizemli Kadın, Sorun Yaratan Güzellik.
Kitabın arka kapağındaki öykü:
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderir. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyler. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verir. Usta gülerek çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu gole atıp, gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken ayni soruyu sorar: “Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye cevap verir genç çırak.
Tuzun tadını aldın mı?” diye sorar yaşlı adam, “Hayır” diye cevaplar çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der: “Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

21 Ekim 2017 Cumartesi

TAŞ MECLİSİ_Grange

✮✮✮
Diane Thiberge genç bir kızken saldırıya uğramıştır. Çocuk sahibi olamayacaktır. Uzakdoğuya giderek oradan bir çocuk-Lucien- evlat edinir. Çocuğun ailesi ve kökeniyle ilgili hiçbir bilgisi yoktur. Oradan dönüşünden bir süre sonra trafik kazası geçirirler. Laura emniyet kemerini bağladığına emindir fakat Lucien arabadan fırlamıştır. Çocuk ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır. Beyin ölümü beklenirken bir gece yarısı başka bir doktor gelir. Çocuğun yaşaması gerektiğini söyleyerek ona akupunktur uygular. Lucien’de iyileşme belirtileri görülürken ona yardım eden doktor ölü bulunur.  Doktorun ölümünden ve Lucien’le ilgili sözlerinden etkilenen Diane kendi araştırmasına başlar. Araştırmaları onu Moğolistan’ın en kuzey noktasında SSCB tarafından füzyon araştırmalarının yapıldığı Tsagaan-Nuur’a yönlendirir. Evlat edindiği çocuk bu bölgede yaşayan fakat neslinin tükendiğine inanılanTseven halkındandır. Araştırma merkezinde aynı zamanda psikologlar ve fizikçilerin birlikte çalıştığı telepati,kehanet,manyetizma..vb konularını araştıran bir merkez olduğunu öğrenir. Buradaki uzmanlar özel güçleri olan Tseven şamanlarını laboratuvarlarında çeşitli işkencelerle sorgulamış, yeteneklerinin sırlarını öğrenmeye çalışmışlardır. İşkence ve kıyım işe yaramayınca onları serbest bırakmışlar, sırlarını öğrenmek için öğrencileri olmuşlar, öğrendikten sonra da onları öldürmüşlerdir. Şaman geleneklerine göre çeşitli kabilelerin şamanları bir araya gelir ve birbiriyle mücadele ederler. Kazanan diğerinin de gücüne sahip olur. Her birinin yakınında o bölgeden evlat edinilmiş bir  çocuk vardır. Bu çocuklar onlar için diğer şamanlarla mücadele edecekleri tarihi bildirecek habercilerdir. Fakat bu yedi uzmandan dördü belirlenen tarihten önce öldürülmüştür. Diane’ın annesi tarafından. Diane tüm bunları araştırma için geldiği Tsagaan-Nuur’daki füzyon merkezinde, annesi ve diğer iki uzmanla karşılaşınca öğrenir. Diane, bu karşılaşmadan sağ çıkabilecek midir?

18 Ekim 2017 Çarşamba

YÜKSEKLİK KORKUSU Mr.Vertigo_Paul Auster

✮✮✮✮
Sokaklarda dilencilik yapan dokuz yaşındaki Walt, öksüzdür. Dayısı ile birlikte yaşamaktadır. Bir gün karşısına Yehudi Usta çıkar. Onu yaşadığı sefil hayattan kurtaracak, milyoner yapacak ve ona uçmayı öğretecektir. Üstelik dayısı hiçbir karşılık beklemeden onu vermeyi kabul etmiştir. Dayısı tarafından istenmiyor oluşu onu çok etkiler ve Yehudi Usta ile yola çıkar. Uzun bir tren yolculuğundan sonra Yehudi Usta’nın evine varırlar. Ev işleriyle ilgilenen kızılderili Sue Ana ve on beş yaşlarında karadan da kara Afrikalı çelimsiz çocuk Aesop’la tanışır. Gelecek kışa hazırlanmak üzere diğerleriyle birlikte o da tarlada çalışır. Ev halkının ılımlı ve dostça davranışlarına karşılık hırçınlık eder, sürekli sinirlidir. Yehudi Usta onu eğitmek için çok zor aşamalardan geçirir. Walt’ı insanlıktan çıkaran aşamalar. Üç kere evden kaçmaya teşebbüs etse de her defasında Yahudi Usta’ya yakalanır, eve geri döner. Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen Walt, Yehudi Usta’nın söz verdiği gibi uçabilmeyi bırak, bir de ırgat gibi çalıştırılır. O buna çok bozulsa da evi çekip çeviren ve yemekleri gerçekten nefis olan Sue Ana’nın soğuk ama gerçek sevgisine; kibar, kültürlü ve çalışkan Aesop’un ise kardeşçe davranışlarına alışmıştır. Günlerce yatmak ve yaralarının iyileşmesini beklemek zorunda kalacağı bir aşama sonrası yorgunluktan halının üstünde düşüp bayıldığı bir gün vücudunu yerden havalanmış salınırken bulur. Sürekli çalışarak havadaki hareketini geliştirir. Sue ana ve Aesop maskeli ırkçılar tarafından öldürülür. Walt ve Yehudi Usta gösteriler yaparak kasaba kasaba dolaşırlar. Onun başarısından pay almak isteyen dayısı Walt’ı kaçırır. Yehudi Usta onun için fidye parası ayarlamaya çalışırken Walt kendi çabalarıyla kaçar.Bu onu daha da ünlü hale getirir. Büyük salonlarda gösteriler yapar. Ergenlikle birlikte ne zaman havalansa kendini kaybedecek ölçüde şiddetli baş ağrıları çekmeye başlar. Bu işten emekli olup batıya taşınmaya karar veririler. Yolda dayısı ve adamları tarafından saldırıya uğrarlar, kaza geçirirler, tüm paraları çalınır. Yehudi Usta ölür. Walt dolandırıcılık, hırsızlık, otlakçılıkla dolu sefalet içinde üç yılın ardından dayısını bulur ve onu öldürür. Yasadışı işlere girer ve oldukça başarılı olur. Açtığı gece kulübü şehrin en gözde mekanıdır. İstediği her şeye ulaşır. Bir beyzbol oyuncusunu öldürme girişiminde bulunması onun ihtişamını sıfırlar. Ya hapis cezası alacak ya da asker olacaktır. Dört yıl askerlik yapar. Döndüğünde elinde hiçbir şey yoktur. Tutunamadığı işler yapar, bulduğu paraları kumara yatırır. Unlu gıdalar üreten bir şirkette çalışmaya başlar. Orada, yirmi üç yıllık evliliklerinin ardından kansere yenik düşen karısı Molly ile tanışır. Çocukları olmamıştır. Yehudi Usta’nın kasabasına geri döner. Anılarını yazmaya başlar.

14 Ekim 2017 Cumartesi

KUMARBAZ_Dostoyevski

✮✮✮
Aleksi İvanoviç, Roulettenburg’da lüks bir otelde yaşamakta olan bir Rus generalinin yanında öğretmen olarak çalışmaktadır. İki haftalık bir ayrılıktan sonra, General’in yanına geri döner. Akşam yemeğinde hiç hoşlanmadığı Fransız De Grieux ile sıkı bir dostluğu olan Mr. Astley ile karşılaşır. General’in, Fransız’a yüklü bir miktar borcu vardır ve bu borcu, yaşlı ve hasta olan Rusya’daki zengin halasından kalacak mirasla ödemeyi düşünüyordur. Otelde kalan Matmazel Blanche ise kendisine aşık olan Generalle evlenmek için aynı mirası beklemektedir. Onunla evlenerek toplumda saygın bir konum elde edecektir. İvanoviç ise General’in üvey kızı Polina’ya aşıktır. General’in borçları için İvanoviç Polina’dan aldığı paralarla kumar oynar, Önce kazanır, sonra kaybeder. Polina ise ona karşı tutarsız davranışlar sergiler. Kimi zaman samimidir, kimi zaman da küçümser. Herkesin uzun süredir ölecek diye haber beklediği Rusya’daki Hala, General’in yanına gelir. Onun gayet sağlıklı olduğunu gören Matmazel Blanche mirastan ümidini keserek General’le evlenmekten vazgeçer. Büyükhala zengin, bir o kadar da huysuz bir kadındır. Hala, İvanoviç ile oradaki kumarhanelere gitmeye başlar.  İlk günlerde her şey yolundadır, fakat günler geçtikçe Hala kaybetmeye başlar. Paraları tükenir, tahvillerini çok ucuza kırdırmak zorunda kalır. Rusya’ya dönmeye karar verir. Giderken yanında Polina’yı da götürmek ister ama Polina kabul etmez. Bir gün İvanoviç odasına geldiğinde odasında Polina’yı bulur. Şaşkınlığını gizleyemez. Polina İvanoviç’e, yüklü bir miktar paraya ihtiyacı olduğunu söyler. De Grieux’e borcu vardır. İvanoviç elindeki bütün parayla rulet oynar ve şansının yardımıyla iki yüz bin ruble kazanır. Fakat otele döndüğünde Polina’yı perişan bir halde bulur. Polina onu, kendisini parayla satın almakla suçlar ve kriz geçirir. O günden sonra Polina , Mr. Astley’in yanında tedavi olmaya başlar. İvanoviç ise kendisinin yüklü miktarda para kazandığını duyan Matmazel Blanche ile Paris'te iki ay lüks bir hayat yaşar. Bu süre sonunda beş parasız eski sefil hayatına geri döner. Hapishaneye düşer, uşaklık yapar. Para bulur bulmaz yine kendini kumarhaneye atar. Günler böyle geçip giderken İvanoviç, Mr. Astley ile karşılaşır. Bu karşılaşmanın ardından İvanoviç, Polina’nın kendisini ne kadar çok sevdiğini öğrenir. Artık yeni bir hayata başlayacaktır.

12 Ekim 2017 Perşembe

BAYAN PEREGRINE'İN TUHAF ÇOCUKLARI_Ransom Riggs

✮✮✮
Büyükbabası Portman’ın ilginç fotoğrafları ve hikayeleri ile büyüyen Jacob on altı yaşında, büyükbabasını evinin arkasındaki ormanlık alanda kanlar içinde bulur. Karanlıkta uzaklaşan tuhaf bir yaratık görür. Büyükbabası son sözlerinde ondan kuşu bulmasını ister. Jacob onun ölümünden sonra kendisi için bıraktığı kitabı alır. İçinde büyükbabasına Bayan Peregrine' (gökdoğan-alaca doğan)den gelen bir mektup vardır. Bayan Peregrine, İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiltere’nin Cairnholm adasında bir yetimhane işletmiştir. Jacob’ın büyükbabası da bu yetimhanede bir süre kalmıştır. Jacob ve babası bu adaya giderler. Jacob yaşlı bir adamdan yetimhanenin savaş sırasında bombalandığını sadece bir kişinin kurtulduğunu öğrenir. Bu kişi Jacob'un büyükbabasıdır. Adanın iç kesimlerindeki yetimhanenin kalıntılarına gider. Orada bazı çocuklar görür. Daha önce büyükbabasının fotoğraflarında gördüğü çocuklar. Çocuklardan biri onu büyükbabasının ismiyle  çağırır. Onları bir tünel girişine kadar takip eder ve peşlerinden içeri girer. Tünelden çıktığında kendini bambaşka bir dünyada bulur. Bayan Peregrine ve çocuklar için zamanın 3 Eylül 1940’a sabitlendiği bir dünyada. Bayan Peregrine zamanı bükebilen ve kuş suretine bürünen bir ‘ymbryne’dir. Çocukların her birinin farklı bir yeteneği vardır. Sürekli aynı günü yaşarlar. Bu döngü dışında onları çok korkutan bir şey vardır. Aynı zamanda Jacob’un büyükbabasının ölümüne sebep olan bir şey. Jacob, geceleri babasının yanındadır. Gündüzleri ise adayı tanıma bahanesi ondan ayrılıp döngüye girer. Büyükbabasının yeteneğinin onları korkutan yaratıkları, gölge insanları görebilmek olduğunu öğrenir. Aynı yetenek kendisinde de vardır. Döngü dışında hayvanlar ve insanlar öldürülür. Bunlar sadece hazırlıktır. Gölgeler asıl tuhaf insanlarla beslenirler ve güçlenirler. Uzun zamandan beri Jacob’u izlemişler ve onun peşinden adaya gelmişlerdir. Jacob ve çocuklar bir gölge insanı öldürürler. Kaçırılan Bayan Peregrine’i kurtarırlar. Gölgeler başka ymbryneler de kaçırmıştır. Onları kullanarak daha fazla gölge oluşturacak büyük bir reaksiyon oluşturmaktır amaçları. Jacob ve diğer çocuklar yardım istemek için diğer döngüleri bulmak üzere yola çıkarlar.

8 Ekim 2017 Pazar

SİYAH KAN_Grange

✮✮✮✮

Malezya’nın küçük bir köyünde halk, ormandaki bir kulübenin içinde vücudundaki bir çok kesikten kan akmakta olan sandalyeye bağlanmış çıplak bir kızla, trans halindeki Jacques Reverdi’yi bulurlar. Kız ölmüştür. Reverdi’yi linç girişiminden polisler kurtarır. Jacques Reverdi uzun zaman önce birkaç kez dünya dalış rekoru kırmış uluslararası bir Fransız sporcudur. Reverdi kendine geldiğinde akıl hastanesindedir. Psikolojik sorunları öne sürüp deli gibi görünerek idamdan kurtulmak yerine aklı başında olduğunu iddia eder ve normal bir hapishaneye gönderilir. İnişli çıkışlı bir gazetecilik hayatı olan Marc Dupeyrat uzun süredir cinayet haberleri ile ilgilenmektedir. Lisede, en yakın dostunu bileklerini keserek intihar etmiş bir halde, gazeteci olduğunda ise kız arkadaşını otel odasında vahşice öldürülmüş olarak bulmuştur. Her iki olay sonrası komaya girmiş, ne ölümlerinden öncesini ne de onları bulmasını hatırlayamamıştır. Bu iki kanlı olaydan sonra bütün araştırmalarını katillerin öldürme güdüsünü anlamak üzere yapar. Reverdi olayı onun için ideal bir davadır.Marc, üniversite öğrencisi olarak Reverdi’ye hayran mektubu gönderir. Psikoloji okuduğunu, karanlık itkilerle ilgili kılavuzluğuna ihtiyacı olduğunu belirtir. Reverdi ondan bir fotoğrafını istediğinde katalog çekimleri yapılan Hatica’nın fotoğrafını gönderir. Fotoğrafı gören Reverdi ona kılavuzluk yapmayı kabul eder. Güneydoğu Asya’ya giden Marc, verilen ipuçları ile Reverdi’nin gerçeğine ulaşır. Reverdi kurbanlarını hiç hava almayan bir mekana hapsetmekte, yavaş yavaş odanın oksijeninin bitmesini, kendi karbondioksitleriyle boğulmalarını izlemekte, ölmelerinden önce de vücutlarında kesikler açarak onlardan akan ‘siyah kan’ları izleyerek transa girmektedir.(Kanda oksijen olmaması rengini koyulaştırır) Marc, bunları öğrendiğinde Reverdi’yle tüm iletişimini bitirir. Paris’e döner. İsimleri ve yerleri değiştirerek bir roman yazar. Reverdi’nin idam haberini beklerken onun nakil sırasında kaçtığını öğrenir. Reverdi’yi kandırmak için gönderdiği fotoğrafın sahibi manken artık Fransa çapında ünlü bir isimdir. Marc, Reverdi’nin peşinden geleceğini bilmektedir. Reverdi’nin kendisine ulaşmasını sağlayacak kişiler ile iletişime geçmeye çalışır. Fakat Reverdi Fransa’ya çoktan gelmiş ve çevresindekileri öldürmeye başlamıştır bile. Ne kadar kaçmaya çalışsa da kendini ve Hatica’yı çıplak, sandalyeye bağlanmış ve kesiklerle, hava almayan bir tankın içinde Reverdi’nin karşısında bulur. Fakat tankın içinde karbondioksit miktarı artınca alarm verilmiştir. Kurtulurlar. Reverdi yakalanamaz. Onun yine geleceği düşüncesiyle Marc ve Hatica Sicilya’ya giderler. Hatica orada Marc’ın, Reverdi için tuzak kurduğunu düşünürken; Marc, kaldıkları odanın tüm hava geçiren yerlerini kapatmakla meşguldür. Reverdi’den kurtuluş ona hafızasının kaybettiği bölümlerini geri kazandırmıştır. Lisedeki arkadaşının ve sevgilisinin katili kendisidir. Hatica odaya geldiğinde onu Reverdi’nin yöntemiyle öldürmek ister. Fakat hiç de iyi bir çırak değildir. Hamle yapıp yakalayamadığında Hatica sehpa ile balkona açılan camı kırar. Cam kırığıyla Marc’ı yaralar ve balkondan aşağı iter. Hatica, Reverdi’nin de ölmüş olduğunu öğrenir. Özgürdür ve hayattadır.



6 Ekim 2017 Cuma

PRİMROSE SOKAĞI'NDAKİ ADAM_James Renner

David Neff çok satan bir cinayet kitabının yazarıdır. Eşi Elizabeth küçük bir kızken ikiz kardeşi kaçırılır ve ondan bir daha haber alınamaz. Elizebeth hayatı boyunca bu olayın etkisinden kurtulamamıştır.Oğlunun doğumundan hemen sonra intihar eder. Bu olay David'i çok sarsar ve artık yazamamaktadır.Onu içinde bulunduğu buhrandan çıkarmak isteyen arkadaşı Primrose Sokağı'ndaki adamın ilginç ölümünden bahseder. Adam vurulmuştur fakat ölüm sebebi kurşun değil kesilen parmaklarından oluşan kan kaybıdır.Üstelik kesilen parmaklar öğütücüde parçalanmıştır. Konu ilerledikçe olay yerinde Elizabeth'in ve David'in parmak izleri bulunur.
David her zaman "Mutlaka basit bir açıklaması vardır." der.
Benim için oldukça ilginç başlayan bu kitap tam bir hayal kırıklığı ile son buldu. Polisiye diye başla, bilim-kurgu ile bitir. Kocaman yumurtalar ve dev kurbağalar (?) Basit açıklama dediğin bu mudur David?

4 Ekim 2017 Çarşamba

ACIMAK_Stefan Zweig

✮✮✮✮

Teğmen Holfmiller bir arkadaşının aracılığıyla  Kekesfalva Villasına davet edilir. Askerlik yaşamı onun insanlarla ilişkilerinin zayıf olmasına sebep olmuştur. Fakat davetteki nefis yemekler, içki, neşeli sohbet onun da açılmasını sağlar. Teğmen burada herkesle dans eder. Yalnız evin sahibinin kızıyla dans etmeyi unutmuştur. Onun yanına giderek dansa davet eder. Bu davet üzerine sinir krizi geçiren Edith’le böyle tanışır. Edith küçük yaşta geçirdiği bir hastalık sonucu yürüyememektedir. Uzun süredir devam eden ve sonuca ulaşamayan tedaviler onu oldukça  yıpratmıştır. Teğmen vicdan azabı nedeniyle af dilemek için Edith’i ziyaret eder. Oldukça iyi karşılanır. Teğmen sık sık onun ziyaretine gelmeye başlar. Onun gelişi dış dünyadan kopuk yaşayan Edith’in hayatında büyük bir değişim getirir. Teğmen, Edith’in doktoru Kondor’un anlattıklarıyla Kekesfalva’nın dolandıracağı kadına aşık olduğunu, onunla evlenerek konağa ve zenginliğe kavuştuğunu öğrenir. Kekesfalva daha sonra değişmiş, eşinin güvenine layık olmak için dürüst bir yaşam kurmuştur. Fakat halk arasında dedikodular oldukça yaygındır. Kanser olan karısının tedavisi için büyük bir servet harcasa da eşi ölmüştür. Şimdi de kızının iyileşmesi için her yolu denemektedir ve bir umut için her şeyini feda edebilecek güçtedir. Bir zaman sonra Teğmen, Edith’in aşk itirafıyla şaşkına döner. Ona sadece merhamet duymaktadır. Onun bir kadın olduğunun bile farkında değildir. Ne onun aşkını kabul edecek duyguları ne de onu reddedebilecek cesareti vardır. Kondor reddedilmenin Edith için bir felakete sebep olacağını, Teğmenin onun ölümünden sorumlu olacağını söyler. Kekesfalva’nın da kızıyla ilgili yalvarışları üzerine merhametine yenilen Teğmen, Edith’le nişanlanır. Fakat arkadaşları bunu duyduğunda -zenginliği için sakat bir kızla evleneceğini düşünecekleri için- alelacele nişanı inkar eder. Nişanın gerçek olduğunu duyduklarında arkadaşlarının, nişanı inkar ettiğini duyduklarında Kekesfalva ve Edith’in yüzüne bakamayacaktır. İntihar ederek bu onursuzluktan kurtulmaya karar verir. Akıl aldığı komutanı onu başka bir yere naklettirir. O ayrılır ayrılmaz Edith’in intihar ettiğini, kısa bir süre sonra babasının da öldüğünü öğrenir. Vicdan azabıyla kıvranan Teğmen için o arada başlayan dünya savaşı bir kurtuluş  olmuştur. Dört yıl sonunda üstün cesaret madalyasıyla geri döner. Savaşta gördüğü ve yaşadığı cehennem, yaptığı şahsi bir hatayı daha kabullenebilinir bir hale getirmiştir onun gözünde. Tekrar yaşamaya başlar. Bir gece opera salonunda Dr.Kondor’u görene kadar… 

‘’…insanın vicdanı hatırladığı müddetçe, hiçbir hata unutulmuş değildir.’’

30 Eylül 2017 Cumartesi

SEFİLLER_Victor Hugo

✮✮✮✮
Kız kardeşinin çocuğunu açlıktan kurtarmak için ekmek çalan Jean Valjean yakalandığında beş yıl hapis cezası alır. Fakat mahkumiyeti sırasında kaçmaya çalıştığı için cezasını tamamlaması tam 19 yıl alır. Cezası bittiğinde yeniden hayata tutunmaya çalışır fakat eski bir mahkum olduğu için toplum tarafından dışlanır. Ne açlığını giderebilecek ekmek ne de soğuk günlerde ısınabilecek bir yer bulabilir. Yolu bir piskopos ile kesişir. Piskopos ona yemek ve yatacak yer sunar. Fakat o piskoposun gümüşlerini çalarak kaçar. Yakalanması uzun sürmez ve suçunu onaylaması için piskoposun karşısına getirilir. Piskopos durumu görünce gümüşleri kendisinin verdiğini, hırsızlığın söz konusu olmadığını söyleyerek onun serbest bırakılmasını sağlar. Dahası ona iki gümüş şamdan daha verir ve karşılığında tek bir şey ister. Tüm bu gümüşleri iyi bir insan olma yolunda kullanacaktır. Yıllar geçer ve Jean Valjean sahte bir kimlik ile iş hayatına atılır. Çok zengin olur, üstelik kasabanın belediye başkanı olarak yardımsever ve sevilen birisidir. Polis şefi Javert onun göründüğü gibi biri olmadığı konusunda her zaman şüphelenmiştir. Fakat Jean Valjean’ın konumu nedeniyle elinden bir şey gelmez. Küçük bir kızı olan Fantine, fakir bir işçidir. İşini kaybettiğinde hayat kadınlığına sürüklenir. Günün birinde tutuklanma tehlikesine karşı onu Jean Valjean kurtarır ve hastaneye yatırır. Fakat Fantine yaşadıklarına daha fazla dayanamaz ve ölür. Jean Valjean’dan kızına sahip çıkmasını ister.Jean Valjean’ a benzeyen masum biri tutuklanır. Jean Valjean kendi yerine başkasının tutuklanmasını vicdanına sığdıramaz ve gerçek kimliğini açıklar. Fakat Fantine’e verdiği sözü yerine getirebilmek için bir kez daha kaçar. Fantine’in küçük kızı Cossette’in yerini bulur. Cossette beş senedir bir han işleten Thénardierlerle kalmaktadır. Thenardierler Cosette'i pis işlerini gören bir hizmetçi gibi kullanmakta, ona hakaret etmektedir. Jean Valjean onu serbest bırakmaları için para öder. Birlikte Paris'e giderler. Yıllar sonra Cosette artık büyümüş ve güzel bir kız olmuştur. Jean Valjean kaçak hayatına bir şekilde devam eder fakat polis şefi Javert peşini bırakmaz. Cosette, Marius adındaki gence aşık olur. Fakat Javert, Jean Valjean’ın izini bulunca birbirlerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu sırada ihtilal başlar ve Marius ayaklananların arasında yer alır. Ayaklanma sırasında Javert yakalanır ve esir düşer. İdam edileceği zaman Jean Valjean ortaya çıkar ve idam etme görevi ona verilir. Fakat Jean Valjean, Javert’in kaçmasına izin verir. Bu sırada ihtilal sert bir şekilde bastırılır ve Marius yaralanır. Onu ölümden ise yine Jean Valjean kurtarır. Marius’un tüm arkadaşları öldürülür ve Jean Valjean yaralı Marius’u hastaneye götürürken Javert’e yakalanır. Fakat Jean Valjean ölümü göze alarak Marius’u hastaneye götürür. Javert hiç bir şey yapmaz. Daha sonra görevini yerine getirmediği ve duygularını işine karıştırdığı için intihar eder. Marius iyileşir ve Cosette ile evlenir. Jean Valjean, Javert’e verdiği sözü tutarak teslim olmaya gider fakat Javert’in öldüğünü öğrenir. Bir süre sonra kendisi de hayata veda eder. Bir zamanlar piskoposun ona hediye ettiği iki şamdanı yanından hiç ayırmamıştır ve öldükten sonra da şamdanlar mezarının başucuna konulur.